Last Updated:

Kur'an'da İsmi Geçen Hayvanlar

         Kur'an-ı Kerim Allah tarafından tüm insanlığa gönderilmiş ilahi bir kitaptır. Bununla beraber ele aldığı konular sebebiyle farklı olgu, olay ve nesnelerden de bahsetmektedir. Mesela bir coğrafya kitabı olmadığı halde coğrafyadan, tarih kitabı olmadığı halde tarihi bilgilerden, zooloji kitabı olmadığı halde hayvanlardan bahsetmektedir. Bu durum hayvanları anlatmasından değil yeri geldiğinde konu içerisinde geçmesinden kaynaklanmaktadır. Bazen anlatılan meseleye kesinlik katmak için, bazen benzetmeler yapmak için bazen mucizeler anlatılırken hayvanlardan bahsedilmektedir. Bazen de hayvanların kendisi konunun kendisi olabilmektedir.

          Şimdi farklı sebeplerde Kur'an’da ismi geçen bu hayvanları görelim.

[gallery columns="7" ids="793,794,795,796,797,798,800,801,803,805,806,807,808,809,810,811,826,827,828,829,830,836,837,838,839,841,842,843,731"]

1. Deve              

        Araf suresi 40. Ayettte bazı kimselerin cennete girmelerinin zorluğu yada imkansızlığı anlatılırken iğne deliği kadar küçük bir yerden deve kadar büyük bir hayvanın geçmesinin zorluğuna değinilerek konu daha iyi şekilde anlatılmıştır. Türkçede balık kavağa çıkıncaya kadar tabirine benzer şekilde deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremezler şeklinde ifade edilmiştir.

إِنَّ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُواْ عَنْهَا لاَ تُفَتَّحُ لَهُمْ أَبْوَابُ السَّمَاء وَلاَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى يَلِجَ الْجَمَلُ فِي سَمِّ الْخِيَاطِ وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِمِينَ

          “Bizim âyetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız!” (el-A’raf / 40)

           Bu ayette geçen الْجَمَلُ / el Cemel kelimesi deve anlamına gelmektedir.

2. Sivrisinek

         Kur'an’da geçen hayvanlardan bir tanesi de sivrisinektir. Bakara Suresi 26. Ayette “Allah, gerçekleri açıklarken sivrisinek kadar, hatta daha da küçük nesneleri bile örnek vermekten çekinmez.” İfadesiyle Allah’ın anlatmak istediği bir konuyu en basit nesnelerle dahi en iyi şekilde anlatabileceğine vurgu yapılmıştır. Bu ayette geçen baudaten kelimesi sivrisinek anlamına gelmektedir.

إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلاً يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَيَهْدِي بِهِ كَثِيراً وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلاَّ الْفَاسِقِينَ 

           Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murat eder derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır (çünkü bunlar birer imtihandır).” (el-Bakara / 26)

3. Katır

          Kur'an’da geçen bir diğer hayvan da katırdır. Nahl Suresi 8. Ayette Allah’ın insanlara vermiş olduğu ulaşım imkanlarından bahsedilirken at eşek ve katırlar örnek olarak verilmiştir. Tabiki ulaşım araçları bunlardan ibaret değil hatta günümüzde araba uçak gibi vasıtaların yanında artık bunlar kullanılmıyor bile. Ancak Kur'an’ın indiği dönemde yaşayan insanların anlayacağı şekilde örnekler verilmiş ve Allah daha nice nakil vasıtaları vermiştir şeklinde de gelecekte geliştirilmesi muhtemel ulaşım araçlarına işaret edilmiştir. Bu ayette geçen el biğal kelimesi katır anlamına gelmektedir.

.وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَمِيرَ لِتَرْكَبُوهَا وَزِينَةً وَيَخْلُقُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ

           “Atları, katırları ve eşekleri binmeniz ve (gözlere) zinet olsun diye (yarattı). Allah şu anda bilemeyeceğiniz daha nice (nakil vasıtaları) yaratır.” (en Nahl / 8 )

4. Buzağı

       Kur'an’da bahsi geçen hayvanlardan biri de buzağıdır. Hud Suresi 69. Ve Bakara Suresi 51. Ayetler olmak üzere iki farklı yerde buzağıdan bahsedilmektedir. Hud Suresi 69. Ayette İbrahim as’a elçi olarak gelen meleklere Hz. İbrahim kızarmış bir buzağı ikram etmiştir. Tabiki melekler buzağıyı yememişlerdir.

          Bakara Suresi 51. Ayette ise Musa as’ın kavminin buzağıya taptığı anlatılmaktadır. Allah, Hz. Musa’ya 40 günlüğüne Tur dağına çıkmasını emreder. Bu süre zarfı içinde de kavim Hz. Musa’nın yokluğundan dolayı Samiri isimli kişinin altından yapmış olduğu buzağıya tapmaya başlamıştır.

.وَلَقَدْ جَاءتْ رُسُلُنَا إِبْرَاهِيمَ بِالْبُشْرَى قَالُواْ سَلاَمًا قَالَ سَلاَمٌ فَمَا لَبِثَ أَن جَاء بِعِجْلٍ حَنِيذٍ

          “Andolsun ki elçilerimiz (melekler) İbrahim’e müjde getirdiler ve: “Selam (sana)” dediler. O da: “(Size de) selam” dedi ve hemen kızartılmış bir buzağı getirdi.” (Hud / 69)

وَإِذْ وَاعَدْنَا مُوسَى أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِن بَعْدِهِ وَأَنتُمْ ظَالِمُونَ

            “Musa’ya kırk gece (vahyetmek üzere) söz vermiştik. Sonra haksızlık ederek buzağıyı (tanrı) edindiniz.” (el- Bakara / 51)

5. İnek

            İnekten hem Kur'an’da bahsedilmiş hem de Kur'an’daki surelerden birisine isim olmuştur. Bakara, inek anlamına gelmektedir ve Kur'an’ın 2. suresinin ismi de bakara suresidir. Bu surenin 67-73. ayetleri arasında ve En’am Suresi 140. Ayette inekten bahsedilmektedir.

          Bakara suresinde Yahudilere bir inek kesmeleri emredildiği ve onların da ineğin her ayrıntısını sorarak işlerini zorlaştırdıkları ve neredeyse ineği kesmeyecekleri ama sonunda kestikleri anlatılmaktadır.

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَنْ تَذْبَحُواْ بَقَرَةً قَالُواْ أَتَتَّخِذُنَا هُزُواً قَالَ أَعُوذُ بِاللّهِ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ ﴿٦٧﴾ قَالُواْ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّن لّنَا مَا هِيَ قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لاَّ فَارِضٌ وَلاَ بِكْرٌ عَوَانٌ بَيْنَ ذَلِكَ فَافْعَلُواْ مَا تُؤْمَرونَ ﴿٦٨﴾ قَالُواْ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّن لَّنَا مَا لَوْنُهَا قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَاء فَاقِعٌ لَّوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِرِينَ ﴿٦٩﴾ قَالُواْ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّن لَّنَا مَا هِيَ إِنَّ البَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَا وَإِنَّآ إِن شَاء اللَّهُ لَمُهْتَدُونَ ﴿٧٠﴾ قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لاَّ ذَلُولٌ تُثِيرُ الأَرْضَ وَلاَ تَسْقِي الْحَرْثَ مُسَلَّمَةٌ لاَّ شِيَةَ فِيهَا قَالُواْ الآنَ جِئْتَ بِالْحَقِّ فَذَبَحُوهَا وَمَا كَادُواْ يَفْعَلُونَ ﴿٧١﴾ وَإِذْ قَتَلْتُمْ نَفْساً فَادَّارَأْتُمْ فِيهَا وَاللّهُ مُخْرِجٌ مَّا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ ﴿٧٢﴾ فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَا كَذَلِكَ يُحْيِي اللّهُ الْمَوْتَى وَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ﴿٧٣﴾

         Hani Musa kavmine, "Allah size bir sığır kesmenizi emrediyor." demişti. Onlar da "Sen bizimle eğleniyor musun? demişlerdi. Musa, "Kendini bilmez cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım." demişti. (67) "Bizim için Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın." dediler. Musa şöyle dedi: "Rabbim diyor ki: O, ne yaşlı, ne körpe, ikisi arası bir sığırdır. Haydi emrolunduğunuz işi yapın." (68) Onlar, "Bizim için Rabbine dua et de, rengi neymiş? açıklasın." dediler. Musa şöyle dedi: "Rabbim diyor ki, o, sapsarı; rengi, bakanların içini açan bir sığırdır." deri.(6) "Bizim için Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın. Çünkü sığırlar, bizce, birbirlerine benzemektedir. Ama Allah dilerse elbet buluruz" dediler. ﴾70﴿ Mûsâ şöyle dedi: "Rabbim diyor ki, o; çift sürmek, ekin sulamak için boyunduruğa vurulmamış, kusursuz, hiç alacası olmayan bir sığırdır". Onlar, "İşte, şimdi tam doğrusunu bildirdin" dediler. Nihayet o sığırı kestiler. Neredeyse bunu yapmayacaklardı. ﴾71﴿ Hani, bir kimseyi öldürmüştünüz de suçu birbirinizin üstüne atmıştınız. Halbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktı. ﴾72﴿  "Sığırın bir parçası ile öldürülene vurun" dedik. (Denileni yaptılar ve ölü dirildi.) İşte, Allah ölüleri böyle diriltir, düşünesiniz diye mucizelerini de size böyle gösterir. ﴾73﴿

         En’am suresi 140. Ayette ise yine Yahudilerle ilgili bir durum anlatılmaktadır. Yaptıkları zulümlerden dolayı Yahudilere tırnaklı hayvanların ve koyun ile ineğin iç yağlarının haram kılındığı anlatılmaktadır. Bu ayetlerde geçen bakara kelimeleri inek anlamına gelmektedir.

وَعَلَى الَّذِينَ هَادُواْ حَرَّمْنَا كُلَّ ذِي ظُفُرٍ وَمِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ شُحُومَهُمَا إِلاَّ مَا حَمَلَتْ ظُهُورُهُمَا أَوِ الْحَوَايَا أَوْ مَا اخْتَلَطَ بِعَظْمٍ ذَلِكَ جَزَيْنَاهُم بِبَغْيِهِمْ وِإِنَّا لَصَادِقُونَ ﴿١٤٦﴾

       Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunların ise, sırtlarında veya bağırsaklarında bulunanlar, ya da kemiklerine karışanlar dışındaki iç yağlarını (yine) onlara haram kıldık. İşte böyle, azgınlıkları sebebiyle onları cezalandırdık. Biz elbette doğru söyleyenleriz. ﴾146﴿

6. Yılan 

       Kur'an’ın iki farklı yerinde yılandan bahsedilmektedir. Bu iki ayette de Hz. Musa’nın asasının yılana dönüşmesi anlatılmaktadır. Buna göre Hz. Musa Allah’ın emri ile firavuna Allah’ı anlatmak üzere gitmiştir. Usulünce söyleyeceklerini söylemiş Allah’ın peygamberi olduğuna dair delilleri olduğunu da belirtmiştir. Bunun üzerine firavun öyleyse delillerini göster demiştir. Hz. Musa da asasını yere atmış ve asa büyük bir yılana dönüşmüştür.

        Bu olay A’raf Suresi 107 ve Şuara suresi 32. Ayetlerde anlatılmıştır ve bu surelerde geçen su’ben / ثُعْبَانٌ kelimesi yılan anlamına gelmektedir.

فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ ﴿١٠٧﴾

        Bunun üzerine Musa asasını yere attı. Bir de ne görsünler, apaçık bir ejderha. (A'araf 107)

فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ ﴿٣٢﴾

        Bunun üzerine Mûsâ, asasını attı, bir de ne görsünler asa açıkça kocaman bir yılan olmuş. ﴾32﴿

7. Çekirge

         Kur'an’da iki yerde de çekirgeden bahsedilmektedir. Araf Suresi 133. ve Kamer suresi 7. ayetlerde el cerad / الْجَرَادَ kelimesi çekirge olarak geçmektedir.

        Araf suresi 133. ayette bir musibet olarak çekirgelerden bahsedilmektedir. Ayetin tefsirine göre Mısırda, Hz. Musa’ya inanmayan toplumu, önce sel baskını ile Allah uyarmış. Yine iman etmeyince bu sefer çekirgeler basmış ve tüm ürünlerini yemeye başlamışlar. Arkasından bitler, kurbağalar ve kanla da aynı şekilde imtihan olmuşlar ancak yinede Musa (as)’a iman etmemişlerdir.

فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ آيَاتٍ مُّفَصَّلاَتٍ فَاسْتَكْبَرُواْ وَكَانُواْ قَوْمًا مُّجْرِمِينَ ﴿١٣٣﴾

        Biz de, her biri ayrı ayrı birer mucize olmak üzere başlarına tufan, çekirge, ürün güvesi (haşerât), kurbağalar ve kan gönderdik. (Hiçbirinden ders almadılar.) Büyüklük tasladılar ve suçlu bir kavim oldular. ﴾A'raf 133﴿

        Kamer suresi 7. Ayette de haşrin dehşeti içinde kabirden kalkan insanların çekirgenin bakışları gibi şaşkınlık içerisinde kabirlerinden kalkacakları bildirilmiştir.

خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُّنتَشِرٌ ﴿٧﴾

           Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde kabirlerden çıkarlar. (Kamer 7)

8. Eşek

         Eşek Kur'an’da 3 farklı yerde geçmektedir. Cuma Suresi 5. Ayette Tevratla sorumlu tutulan Yahudilerin, Tevratla amel etmeyenleri, ciltlerce kitap yüklü eşeğe benzetilmiştir.

         Nahl suresi 8. Ayette atlar eşekler ve katırların ulaşım vasıtaları ve göze hoş gelen, bugünün Ferrari ve Porshleri gibi zinet olarak yaratıldığından bahsedilmektedir.

وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَمِيرَ لِتَرْكَبُوهَا وَزِينَةً وَيَخْلُقُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ ﴿٨﴾

Hem binesiniz diye, hem de süs olarak atları, katırları ve merkepleri de yarattı. Bilemeyeceğiniz daha nice şeyleri de yaratır.﴾8﴿

          Lokman suresi 19. ayette ise Lokman (as)’ın oğluna verdiği öğütlerden birisi de alçak sesle konuşmaktır. Bu ayette lokman (as) en kötü sesin eşek sesi olduğunu belirterek yüksek sesle konuşmayı da eşeklerin sesine benzetmiş olmaktadır.

وَاقْصِدْ فِي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِن صَوْتِكَ إِنَّ أَنكَرَ الْأَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمِيرِ ﴿١٩﴾

          "Yürüyüşünde tabii ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini herhalde eşeklerin sesidir!" ﴾19﴿

9. Balık

          Saffat Suresi 142. ayette ve Kalem Suresi 48. ayette büyük bir balığın Yunus (as)’ı yuttuğu anlatılmaktadır. Bu ayetlerde geçen hut / الْحُوتِ kelimeleri balina gibi büyük balık anlamına gelmektedir.

فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلِيمٌ ﴿١٤٢﴾

          Böylece, Yûnus kendini kınayıp dururken balık onu yuttu. ﴾Saffat 142﴿

فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُن كَصَاحِبِ الْحُوتِ إِذْ نَادَى وَهُوَ مَكْظُومٌ ﴿٤٨﴾

          Sen, Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, (balığın karnında) kederli bir halde Rabbine yakarmıştı. ﴾Kalem 48﴿

10. Domuz

Kur’anda iki yerde domuzun haram olduğundan bahsedilmektedir. Bakara Suresi 173. ve En’am suresi 145. Ayetlerde geçen hınzır / الْخِنزِيرِ kelimesi domuz anlamına gelmektedir.

إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ بِهِ لِغَيْرِ اللّهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلاَ عَادٍ فَلا إِثْمَ عَلَيْهِ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١٧٣﴾

      Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da, istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. ﴾Bakara 173﴿ 

قُل لاَّ أَجِدُ فِي مَا أُوْحِيَ إِلَيَّ مُحَرَّمًا عَلَى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُ إِلاَّ أَن يَكُونَ مَيْتَةً أَوْ دَمًا مَّسْفُوحًا أَوْ لَحْمَ خِنزِيرٍ فَإِنَّهُ رِجْسٌ أَوْ فِسْقًا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِهِ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلاَ عَادٍ فَإِنَّ رَبَّكَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ ﴿١٤٥﴾

        De ki: "Bana vahyolunan Kur'an'da bir kimsenin yiyecekleri arasında leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o şüphesiz necistir- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir (murdar) hayvandan başka, haram kılınmış bir şey bulamıyorum. Fakat istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın kim bunlardan yeme zorunda kalırsa yiyebilir." Şüphesiz Rabbin çok bağışlayandır, çok merhametlidir.﴾En'am 145﴿

11. At

      Allah’ın verdiği her nimet çok güzel bir hediyedir. Ancak bazıları vardır ki insan onları büyük bir arzu ile ister ve elde etmek için peşinde koşar. Peşinde koşulan ve normalde helal olan bu nimetler bu durumda insanın imtihanı haline gelir. Bu tarz nimetlere örnekler verirken Allah güzel atları da saymış ve insanın şehvetle bunların peşinden koştuğunu bildirmiştir. Artık günümüzde insanlar daha çok lüks arabalarının olmasını istemekte ve onu elde etmek için uğraşmaktadırlar.

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاء وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ ﴿١٤﴾

      “Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.” (Al-i İmran / 14)

12. Kurt

         Kurt kelimesi Yusuf (as)’ın kıssasında geçmektedir. Daha küçük bir çocuk iken Yusuf (as)’ı ve anne ve babası bir olan kardeşi Bünyamin’i, anneleri farklı olan diğer kardeşleri kıskanmaktadırlar. Bu kıskançlık dolayısı ile Yusuf’u öldürmek isterler. Aralarından bir tanesi de onu öldürmek yerine kervanların geçtiği yerdeki bir kuyuya atalım da oradan geçen bir kervan onu alsın der. Bu konuda anlaşırlar.

       Sonra babalarına, hayvanları otlatmaya giderken Yusuf’u da yanlarında götürmek istediklerini söylerler. Babaları Yakup Peygamber buna razı değildir. Ya Yusuf’u bir kurt yerse der. Onlarda biz güçlü bir topluluğuz onu koruruz derler ve babalarını istemese de ikna ederler. Ve hz. Yusuf’u kuyuya atıp eve geldiklerinde de babalarına biz oyun oynarken Yusuf’u eşyalarımızın başında bırakmıştık. O arada kurt gelip Yusuf’u yemiş derler. Bu olay Yusuf Suresi’nde ayrıntılı şekilde anlatılmaktadır ve bu surenin 13,14 ve 17. Ayetlerinde de kurt kelimesi geçmektedir.

           Bu ayetlerde geçen zi’b / الذِّئْبُ kelimesi kurt demektir.

قَالَ إِنِّي لَيَحْزُنُنِي أَن تَذْهَبُواْ بِهِ وَأَخَافُ أَن يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَأَنتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ ﴿١٣﴾  قَالُواْ لَئِنْ أَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّا إِذًا لَّخَاسِرُونَ ﴿١٤﴾

         “(Babaları) dedi ki: Onu götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir kurdun yemesinden korkarım. Dediler ki: Hakikaten biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten âciz kimseler sayılırız.” (Yusuf / 13-14)

قَالُواْ يَا أَبَانَا إِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِندَ مَتَاعِنَا فَأَكَلَهُ الذِّئْبُ وَمَا أَنتَ بِمُؤْمِنٍ لِّنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِقِينَ ﴿١٧﴾

       “Ey babamız! dediler, biz yarışmak üzere uzaklaştık; Yusuf’u eşyamızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş! Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın.” (Yusuf / 17)

13. Sinek

         Allah, insanların kendisi dışında batıl olarak edindikleri tanrılarına tapınmayı güzel bir örnekle anlatmaktadır. Bu durumu insanların Allah dışındı tapındıkları tüm tanrıları bir araya gelseler bir sineği dahi yaratamazlar hatta sinek onlardan bir parça alsa, o parçayı dahi geri alamazlar şeklinde ifade etmiştir. Bu durum cahiliye dönemi Arap toplumunun putlara taptığını düşünürsek çok daha iyi anlayabiliriz. Helvadan yapılmış bir put düşünelim ki o dönemde yapılırdı. Bu puttan gelip bir sinek bir parça alıp yese put bu sineği nasıl engelleyebilir yada nasıl o parçayı geri alabilir.

           Bu durum Hac suresi 73. Ayette anlatılmaktadır ve bu ayette geçen zübab / ذُبَابًا kelimesi sinek anlamına gelmektedir.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُ إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ لَن يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُ وَإِن يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْئًا لَّا يَسْتَنقِذُوهُ مِنْهُ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ ﴿٧٣﴾

        “Ey İnsanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de!” (el-Hacc / 73)

14. Bıldırcın

            Allah Teala, Yahudiler’e Tih çölündeyken çeşitli nimetler vermiştir. Çöl gibi sıcak bir yerde üzerlerine bulut göndererek onlara gölgelik yapmış, ve yiyecek olarak da kudret helvası bıldırcın eti indirmiştir. Yahudilerse bu nimetlere bile nankörlük etmişlerdir. Bu durum Bakara Suresi ve Taha Suresi’de anlatılmaktadır.

وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَأَنزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى كُلُواْ مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَكِن كَانُواْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿٥٧﴾

           Ve üstünüze o bulutu gölge yaptık, ve size ihsan ettiğimiz hoş rızıklardan yiyin, diye üzerinize kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Onlar, bize zulmetmediler, lakin kendi nefislerine zulmediyorlardı. (el-Bakara / 57)

يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ قَدْ أَنجَيْنَاكُم مِّنْ عَدُوِّكُمْ وَوَاعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْأَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى ﴿٨٠﴾

        “Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık; Tûr’un sağ tarafına (gelmeniz için) size vâde tanıdık ve size kudret helvası ile bıldırcın eti lütfettik.” (TA-HA / 80)

15. Koyun

        Müşrik Araplar, bazı hayvanların etlerinin yenilmesini haram saymışlar ve haksız olarak bunun Allah’ın bir hükmü olduğunu ileri sürmüşlerdir. Âyette eti yenilen hayvanlardan koyun, keçi, deve ve sığır türleri özellikle zikredilerek onların bu hayvanların etlerinin yenilmesiyle ilgili iddiaları çürütülmüş, Allah’ın böyle bir hükmünün bulunmadığı açıklanmış; ayrıca bunların dişi ve erkek cinsleri arasında etlerinin yenilmesi bakımından fark bulunmadığını bildirmek için bunlar eşler halinde anılmıştır. Bu hayvanların helal olduğu açıkça anlatılmış olmaktadır.

       Bu durum En’am Suresi 143. Ayette dile getirilmiştir.

ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ مِّنَ الضَّأْنِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْمَعْزِ اثْنَيْنِ قُلْ آلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ أَمِ الأُنثَيَيْنِ أَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ أَرْحَامُ الأُنثَيَيْنِ نَبِّؤُونِي بِعِلْمٍ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿١٤٣﴾

     Sekiz çift; koyundan iki, keçiden de iki. De ki: "İki erkeği mi haram kıldı? Yoksa iki dişiyi mi, ya da o iki dişinin rahimlerinin, kendisini kapsadığı (yavruları) mı? Eğer doğru sözlüler iseniz bana bir ilimle haber verin." (En’am 143)

16. Kurbağa

        A'raf Suresi 133. ayete göre Mısır'da Hz. Musa'ya inanmayan toplum Allah tarafından uyarılmıştır. Bu uyarılar çeşitli şekillerde gerçekleşmiştir. Buna göre sekiz gün geceli gündüzlü şiddetli bir yağmur yağmış, kimse evinden dışarı çıkamamış, seller evlere dolmuş, boğazlarına kadar su içinde kalmışlar, aralarında bulunan İsrailoğulları'nın evlerine ise bir şey olmamış. Böylece bir hafta boyunca bütün Mısır bir deniz gibi olmuş, işten güçten kalmışlar. Bu boğulma tehlikesi altında Hz. Musa'ya başvurup "Rabbine dua et, bu belayı başımızdan kaldır da sana iman edelim." demişler. O da dua etmiş, tehlike savuşmuş, fakat bundan sonra bitkiler öyle fışkırmış ki, arazide benzeri görülmemiş bir feyiz ve bereket ihtimali baş göstermiş. Bunu görünce "Bizim korktuğumuz şey, bir musibet değilmiş, meğer büyük bir hayırmış." demişler, iman etmekten vazgeçmişler. Bunun üzerine Allah çekirge âfeti göndermiş, ekinlerini ve meyve bahçelerini yiyen çekirge sürüleri evlerine, tavanlarına ve elbiselerine kadar üşüşmüş, yine Musa Aleyhisselam'a koşup feryad etmişler, Allah Teâlâ da bir rüzgar göndermiş çekirgeleri sürüp denize dökmüş. Bakmışlar ki, geriye kalan ürünleri kendilerine yetecek "Eh bu kalan bize yetişir." demişler, yine iman etmemişler. Bunun üzerine Allah Teâlâ, onlara bitleri musallat etmiş, çekirgeden arta kalan ürünleri yemeye, elbise ve bedenlerine kadar girip kanlarını emmeye başlamış. Hz Musa'ya üçüncü defa gelip yine feryad etmişler, Allah'ın izniyle bu bela da başlarından uzaklaştırılmış. "Artık" demişler, "senin bir sihirbaz olduğunda hiç şüphemiz kalmadı." Daha sonra deniz tarafından gayet yoğun bir karaltı çıkmış ve başlarına kurbağalar yağmaya başlamış, öyle ki, yerleri yurtları kurbağa ile dolmuş. Her hangi bir örtüye veya yiyeceğe el atsalar, hemen bir kurbağa çıkar, ağızlarına, burunlarına atılırmış. Dördüncü defa tekrar gelip yine yalvarmışlar, o da kendilerinden kuvvetli bir ant alarak Allah'a dua etmiş, Allah Teâlâ, bu kurbağa belasını da bir yağmurla sürüp denize dökmüş ve onlardan uzaklaştırmış, lakin onlar yine antlarını bozmuşlar, küfür ve fesattan vazgeçmemişler. Bunun üzerine de Allah Teâlâ kan göndermiş, içecekleri ve kullanacakları sular kan olmuş kalmış. Birisi bir İsrailoğlu'nun ağzından bir yudum su sormak (emmek) istese o bile kan kesilirmiş veyahut sürekli olarak burunlarından kan fışkırırmış.

فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ آيَاتٍ مُّفَصَّلاَتٍ فَاسْتَكْبَرُواْ وَكَانُواْ قَوْمًا مُّجْرِمِينَ ﴿١٣٣﴾

     Biz de açık seçik mûcizeler olmak üzere onların üzerine tûfan, çekirge, haşarat, kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim olmakta direndiler. (A’raf 133)

17. Örümcek

       Örümcek, Kur'an’da bahsedilen ve bir sureye isim olan hayvanlardan birisidir.

    Allah’tan başkasını kendilerine bir yardımcı, bir kurtarıcı olarak görüp ilahlaştıranların durumu Kur'an’da anlatılırken örümceğe benzetilerek anlatılmıştır. Çünkü örümcek bir yuva yapar ama sinek yakalamaktan başka bir işe yaramaz. İçinde oturulmaz. Tehlikelerden korumaz. Hatta hafif bir rüzgarda bile uçar gider. Dayanıksız çürük bir yapıdır. İşte Allah’tan başka ilah edinenlerin durumu da bu şekilde çürük bir temele dayanmaktadır. Bu durumu Allah teala örümcek ağına benzeterek çok güzel şekilde anlatmıştır.

       Ankebut suresi 41. Ayette bu durum anlatılmıştır ve bu ayette geçen el ankebut / الْعَنْكَبُوتِ kelimesi örümcek anlamına gelmektedir.

مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاء كَمَثَلِ الْعَنكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿٤١﴾

 Allah’tan başka varlıkların korumasına sığınanların durumu, örümceğin durumuna benzer: Örümcek, (ağını) kendine bir yuva yapar, ama yuvaların en çürüğü de örümceğin yuvasıdır. Keşke bilselerdi! (Ankebut 41)

18. Karga

     Habil ve Kabil, Adem (as)’ın iki oğludur. İkisi de Allah’a birer tane kurban sunmuşlardır. Ancak birisinin kurbanı kabul edilmiş birinin ki kabul edilmemiştir. Kabil, kurbanı kabul edilmeyince, Habil’e kıskançlığından dolayı seni öldüreceğim demiştir. Habil ise kardeşine öğütte bulunmuş, Allah’tan kork, niyetini düzelt demiştir. Kendisini öldürmeye kalksa bile kardeşine el kaldırmayacağını söylemiştir.

       Kabil, bu nasihatlere aldırmamış hatta kardeşinin bu uysal hali, onun gözünde durumu biraz daha kolay göstermiş ve kardeşini öldürmüştür.

       Bunu yapınca da paniğe kapılmış kardeşinin cesedini ne yapacağını şaşırmıştır. Allah, o anda bir karga göndermiştir. Karga yeri eşelemiş bunu gören kabil, “yazıklar olsun şu karga kadar bile olamadım” demiştir. Karganın yeri eşelemesinden ilham alarak yeri kazıp kardeşini gömdü.

       Bu olay Maide suresinde anlatılmaktadır ve 31. Ayette geçen ğurab / غُرَاباً kelimesi karga anlamına gelmektedir.

فَبَعَثَ اللّهُ غُرَابًا يَبْحَثُ فِي الأَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَارِي سَوْءةَ أَخِيهِ قَالَ يَا وَيْلَتَا أَعَجَزْتُ أَنْ أَكُونَ مِثْلَ هَذَا الْغُرَابِ فَأُوَارِيَ سَوْءةَ أَخِي فَأَصْبَحَ مِنَ النَّادِمِينَ ﴿٣١﴾

       Ardından Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten âciz miyim?" dedi, ettiğine de pişman oldu. (Maide 31)

19. Kelebek

     Karia Suresi’de Kıyamet gününde insanların kabirlerinden kalkarak mahşer yerine gidişleri, ateşe doğru uçup da ateşe girince kanatlarını açarak yayılıp kalan kelebeklere benzetilerek tasvir edilmiştir. İnsanlar o anda korku ve dehşet içerisinde dağınık bir halde bulunacaklarından yüce Allah onları sağa sola dağılmış kelebeklere benzetmiştir.

يَوْمَ يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِ ﴿٤﴾

      O gün insanlar sağa sola dağılmış kelebekler gibi olur. (Karia 4)

20. Fil

    Habeşistan’ın yönetiminde bulunan Yemen’in genel valisi Ebrehe her yıl Mekke’deki Kâbe’yi ziyaret eden Arap hacılarını San‘a’ya çekmek için burada Kulleys veya Kalîs (kilise) denilen büyük bir katedral yaptırdı. Çeşitli bölgelere propagandacılar göndererek mâbedi ziyaret etmeleri için halkı San‘a’ya çağırdı. Ancak bu ümidi gerçekleşmeyince Kâbe’yi yıkmaya karar verdi ve muhtemelen 570 yılında, içinde mahmûd (mamut) adlı filin de bulunduğu büyük bir ordu ile Mekke üzerine yürüdü. Ebrehe, hareketini engellemek için karşısına çıkan bazı güçleri etkisiz hale getirerek yoluna devam etti. Gönderdiği bir müfreze, içinde Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’e ait 200 devenin de bulunduğu Mekkeliler’e ait çok sayıda deveyi ele geçirdi. Abdülmuttalib, Ebrehe’ye gelerek develerinin iadesini istedi; Ebrehe’nin Kâbe ile ilgili bir sorusu üzerine Kâbe’yi merak etmediğini, çünkü onu sahibinin koruyacağını söyledi. Ertesi gün Ebrehe, ordusuna Kâbe yönünde hareket emri verdi. Fakat kaynaklarda belirtildiğine göre en öndeki fil (mamut) yerinden kımıldamadığı gibi askerler de üzerlerine taşlaşmış çamur yağdıran sürü sürü kuşlar tarafından –âyetteki benzetmeyle– “yenilip çiğnenmiş ekin” gibi imha edildi. Yaygın inanışa göre bu olay Hz. Peygamber’in doğumundan elli-elli beş gün veya üç ay önce vuku bulmuştur. 

   3-5. âyetler ise felâketin nasıl cereyan ettiğini yani Allah tarafından gönderilen sürülerle kuşun fil ordusunun üzerine pişkin tuğla türü taşlar yağdırarak onları nasıl hayvanlar ve haşarat tarafından yenmiş ekin artığına çevirdiğini ifade eder.

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْف۪يلِۜ   

      Rabbin filin yanındakilere neyi nasıl yaptı görmedin mi?  (Fil 1)

21. Maymun

Maymun Kur'an-ı Kerim'de iki farklı yerde geçmektedir.

Birincisinde Cumartesi yasağına uymayan Yahudilerin maymun olduklarından bahsedilmektedir. Allah Teala Yahudilerin azgınlıkları nedeniyle Tur dağını başlarının üzerine kaldırmış ve tam helak olacakları zaman Yahudiler Allah Teala'nın emirlerine uyacaklarına dair söz vermişlerdir. Ancak daha sonra yine verdikleri sözü tutmamışlar ve Allah'ın emir ve yasaklarına uymamışlardır. Örnek olarak da A'raf Suresi 165. ayette açıklandığı üzere Cumartesi yasağını çiğnediklerinden bahsedilmiştir. Cumartesi günleri Yahudilikte kutsal gün olduğu için bu gün ibadete ve istirahate ayrılır ve çalışılmaz. Ancak deniz kenarındaki bir kasaba halkı bu gün balık avlamaya devam etmişlerdir. Bu sebeple Allah da bu yasağa uymayanlara maymun olun demiştir.  

وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذِينَ اعْتَدَواْ مِنكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُواْ قِرَدَةً خَاسِئِينَ ﴿٦٥﴾

Şüphesiz siz, içinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, "Aşağılık maymunlar olun." demiştik.(Bakara 65)

İkincisi ise Maide Suresi 60. ayette yine içlerinden domuzlar ve maymunlar çıkarılan bir topluluktan bahsedilmiştir. Bu durum İslam inancını hakir gören insanlara bir ders verme amacıyla anlatılmıştır. Hakir görenlere, asıl hakir görülecek inanç, işte inanç sanıp gittikleri yok bu olan ve sonucunda da maymun ve domuzlara dönüşülen bu yoldur, denilmek istenilmiştir. 

Bu âyetin iniş sebebinde de şu iki rivayet vardır: Ezan okununca müslümanlar namaza kalktıklarında yahudiler gülüp alay ederek "Kalktılar, kalkmaz olsunlar; kıldılar, kılmaz olsunlar; rûkû ettiler, etmez olsunlar" derlermiş. İkincisi ise; Sûddi'nin rivayetine göre Medine'de bir hıristiyan varmış, müezzinin "Ben şahitlik ederim ki, muhakkak Muhammed Allah'ın Resulüdür" dediğini işittiği zaman "Allah yalancıyı yaksın" dermiş. Bir gece hizmetçisi elinde bir ateş ile odasına giderken bir kıvılcım sıçramış, hane halkı da uykuda imiş, derken bir yangın çıkmış, hıristiyan da bütün âilesi ile beraber yanmış gitmiş, bu âyet de bunun üzerine inmiştir.

قُلْ هَلْ أُنَبِّئُكُم بِشَرٍّ مِّن ذَلِكَ مَثُوبَةً عِندَ اللّهِ مَن لَّعَنَهُ اللّهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَازِيرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَ أُوْلَئِكَ شَرٌّ مَّكَاناً وَأَضَلُّ عَن سَوَاء السَّبِيلِ ﴿٦٠﴾

De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah'ın lanetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğûta tapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.

22. Aslan

Müddessir Suresi'nde Kur'an'ı inkar edenlerin durumu aslandan kaçan yaban eşeklerine benzetilmiştir. Aslandan kaçan eşekler gibi Kur'an'dan ve Kur'an'ın emirlerinden kaçmaktadırlar. 

كَأَنَّهُمْ حُمُرٌ مُّسْتَنفِرَةٌ ﴿٥٠﴾  فَرَّتْ مِن قَسْوَرَةٍ ﴿٥١﴾

Onlar sanki aslandan kaçan yaban eşekleridir. (Müddessir 50-51)

23. Bit ve Kene

Allah'ın ayetlerini inkar edenlere inanmaları için mucizeler gönderilmiştir. Yine inat ederlerse yine mucize nevinden uyarı olarak bela ve musibetler gönderilmiştir. A'raf Suresi 133. ayette bu durumdan bahsedilmektedir. 

Buna göre Musa (as)'a inanmayan Firavun ve bölge halkına bazı musibetler gönderilmiştir. Sekiz gün geceli gündüzlü şiddetli bir yağmur yağmış, kimse evinden dışarı çıkamamış, seller evlere dolmuş, boğazlarına kadar su içinde kalmışlardır. Aralarında bulunan İsrailoğulları'nın evlerine ise bir şey olmamıştır. Böylece bir hafta boyunca bütün Mısır bir deniz gibi olmuş, işten güçten kalmışlar. Bu boğulma tehlikesi altında Hz. Musa'ya başvurup "Rabbine dua et, bu belayı başımızdan kaldır da sana iman edelim." demişler. O da dua etmiş, tehlike savuşmuş, fakat bundan sonra bitkiler öyle fışkırmış ki, arazide benzeri görülmemiş bir feyiz ve bereket ihtimali görünmeye başlamış. Bunu görünce "Bizim korktuğumuz şey, bir musibet değilmiş, meğer bir büyük hayırmış." demişler, ve iman etmekten vazgeçmişler. Bunun üzerine Allah çekirge âfeti göndermiş, ekinlerini ve meyve bahçelerini yiyen çekirge sürüleri evlerine, tavanlarına ve elbiselerine kadar üşüşmüş, yine Musa Aleyhisselam'a koşup feryad etmişler, Allah Teâlâ da bir rüzgar göndermiş çekirgeleri sürüp denize dökmüş. Bakmışlar ki, geriye kalan ürünleri kendilerine yetecek "Eh bu kalan bize yeter." demişler, ve yine iman etmemişler. Bunun üzerine Allah Teâlâ, onlara bitleri musallat etmiş, çekirgeden arta kalan ürünleri yemeye, elbise ve bedenlerine kadar girip kanlarını emmeye başlamış. Hz Musa'ya üçüncü defa gelip yine feryad etmişler, Allah'ın izniyle bu bela da başlarından uzaklaştırılmış. "Artık" demişler, "senin bir sihirbaz olduğunda hiç şüphemiz kalmadı." Daha sonra deniz tarafından gayet yoğun bir karaltı çıkmış ve başlarına kurbağalar yağmaya başlamış, öyle ki, yerleri yurtları kurbağa ile dolmuş. Her hangi bir örtüye veya yiyeceğe el atsalar, hemen bir kurbağa çıkar, ağızlarına, burunlarına atılırmış. Dördüncü defa tekrar gelip yine yalvarmışlar, o da kendilerinden kuvvetli bir ant alarak Allah'a dua etmiş, Allah Teâlâ, bu kurbağa belasını da bir yağmurla sürüp denize dökmüş ve onlardan uzaklaştırmış, lakin onlar yine sözlerini bozmuşlar, küfür ve fesattan vazgeçmemişler. Bunun üzerine de Allah Teâlâ kan göndermiş, içecekleri ve kullanacakları sular kan olmuş kalmış. Birisi bir İsrailoğlu'nun ağzından bir yudum su emmek istese o bile kan kesilirmiş veyahut sürekli olarak burunlarından kan fışkırırmış.

Âyette, nitelik ve süre hakkında hiçbir bilgi ve işarete yer verilmeksizin ancak bu gibi felaketlerin onlara gönderildiği zikr olunmuştur ve buyurulmuştur ki;

Mufassal mufassal âyetler olarak, yani, her biri ayrı ayrı birer açık delil olarak gönderildi. Onlardan her biri Musa'nın hak peygamberliğine ve Allah'ın kudretinin sonsuzluğuna ve Firavun kavminin helâke doğru gittiğine, hak ve hakikatı anlayıp bir an önce Allah'a iman edip, yalvarmalarına, tevbe edip yola gelmelerine delalet eden açık, seçik belgeler idi. Onlar kibre kapıldılar, büyüklük tasladılar, iman etmeyi kibirlerine yediremediler. Ve bunlar böyle mücrimler, günahkârlar sürüsü bir kavim idiler.

Bu ayete göre gönderilen musibetlerden birisi "kummel"dir. Bu kelimenin tam anlamı ile ilgili birkaç farklı görüş vardır. 

Birincisi henüz tohumundan yeni çıkmış ve kanatlanmamış çekirge yavrusudur ki, buna ve gayet küçük karıncalara dahi denilir.

İkincisi buğdaya düşen güvedir ki, buğday biti denilir. Bu iki mânâ Abdullah b. Abbas'dan rivayet edilmiştir.

Üçüncüsü siyah renkli küçük böcekler, yani başta bit olmak üzere genellikle siyah kabuklu küçük haşereler ki bu mânâ, Hasen ve Saîd b. Cübeyr'den nakledilmiştir.

Daha önceki görüşlerle birlikte ele alındığında, tefsirlerin hepsini içine almaktadır. Nitekim Habib b. Sabit, "cu'lan" yani pislik böcekleri diye, Ebu Ubeyde "hamnan" denilen bir nevi kurd ve kene diye, Ebu Atay-ı Horasanî ve Zeyd b. Eslem, kummeli maruf, yani kehle dediğimiz bilinen bittir, kummel de kaml de birer lugattır, diye zikretmişlerdir. Ve İbnü Zeyd'den hikaye edilerek, pire olduğu da söylenmiştir.

Sonuç olarak "Kummel" Firavun kavminin ya ürünlerine, ya bedenlerine veya her ikisine birden üşüşmüş olan çeşitli cinsteki küçük haşerelerdir. Biz de burada bit ve kene başlığıyla bu haşereleri ele almış olduk.

فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ آيَاتٍ مُّفَصَّلاَتٍ فَاسْتَكْبَرُواْ وَكَانُواْ قَوْمًا مُّجْرِمِينَ ﴿١٣٣﴾

 Biz de ayrı ayrı mucizeler olarak onların üzerine tûfan, çekirge, haşere, kurbağa ve kan gönderdik. Yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular. (A'raf Suresi 133)

24. Köpek

A'raf Suresi 176. ayette inkar eden birinin durumu köpeklerin durumuna benzetilmiştir. Çünkü köpekler yorulsalar da dillerini sarkıtıp solurlar yorulmamış olsalar da. Bununla bu kişilerin dine davet edilip uyarılmaları ile kendi hallerine bırakılmaları arasında bir şeyin değişmeyeceği anlatılmıştır. 

Bu ayetin Hz. Musa zamanında İsrailoğulları âlimlerinden Bel'am b. Ebr veya Ken'anîler'den Bel'am b. Baura namında birisi olduğuna veya Araplar'dan Ümeyye b. Ebissalti Sakafî hakkında nazil olduğuna dair bir kaç rivayet vardır. Bel'am, bazı ilâhî kitaplar hakkında bilgisi olan, duası makbul bir veli iken Arz-ı Mukaddes'e girme meselesinde Hz. Musa'nın yada Yuşa'nın aksine dünya sevgisi ile zorbalara arka çıkmıştır.

Ümeyye b. Ebissalt da bazı din kitaplarını okumuş ve bir peygamberin geleceğine inanmış ve gelecek olan peygamberin kendisi olması ümidine kapılmıştır. O sırada Hz. Muhammed'e peygamberlik verilince hasedinden dolayı küfre sapmıştır.

Burada önemli olan şahıs değildir. Önemli olan anlatılan karakterdir. Uyarılara uymayan ve burnunun dikine giden bu karakterdeki insanlar köpeğe benzetilerek anlatılmıştır. onu yorsan da kendi haline bıraksan da bişey değişmez hep dilini sarkıtarak solur. Köpeklerin "Onları uyarsan da, uyarmasan da birdir." (Bakara, 2/5) ayetinde anlatılan durumun aynısı bu ayette tekrar dile getirilmiştir.

وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِن تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَث ذَّلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ ﴿١٧٦﴾

Dileseydik o âyetlerle onu elbette yüceltirdik. Fakat o, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan toplumun durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki düşünsünler. (A'raf 176)

25. Keçi

Kur'an'da helal ve haramın belirlenmesi hususunda ayetlerin belirleyici olduğunu açıklamak için koyun ve keçi örnek olarak verilmiştir. Bunların erkeğinin de dişisinin de helal olduğu belirtilmiştir. Ayetlerde açıklananın dışında insanın aklı ile haram ve helali tespit edemeyeceği açıklanmıştır. 

ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ مِّنَ الضَّأْنِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْمَعْزِ اثْنَيْنِ قُلْ آلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ أَمِ الأُنثَيَيْنِ أَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ أَرْحَامُ الأُنثَيَيْنِ نَبِّؤُونِي بِعِلْمٍ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ ﴿١٤٣﴾

Sekiz çift; koyundan iki, keçiden de iki. De ki: "İki erkeği mi haram kıldı? Yoksa iki dişiyi mi, ya da o iki dişinin rahimlerinin, kendisini kapsadığı (yavruları) mı? Eğer doğru sözlüler iseniz bana bir ilimle haber verin." (En'am 143)

26. Karınca

Süleyman (as)'ın büyük bir ordusu vardır. Bu ordu ile sefere çıktığında karınca vadisi denilen bir yere geldiklerinde bir karınca diğer karıncaları uyarmış ve yuvalarına girmelerini söylemiştir. Çünkü Süleyman (as)'ın askerleri farkına varmadan onların üzerine basıp ezebilirler. Burada Süleyman (as)'ın askerlerinin bunu kasıtla yapmayacakları farkına varmadan istemeden böyle bir durum olabileceğine de işaret edilmiş olmaktadır. 

حَتَّى إِذَا أَتَوْا عَلَى وَادِي النَّمْلِ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَا أَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿١٨﴾

Nihayet karınca vadisine geldikleri vakit bir karınca, “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesinler” dedi. (Neml 18)

27. Arı

Nahl Suresi'nde Allah Teala'nın arıya vahyettiğinden bahsedilmektedir. Bu vahiy elbette peygamberlere gelen vahiy gibi bir vahiy değil, ilham etmek şeklinde anlaşılmalıdır. Allah arıya kendisine kovanlar edinmesini vahyetmektedir. Arılar da kendilerine verilen bu ilham ile kovanlar edinir yani yuvalar edinir ve bu yuvaların içerisinde yaşarlar. 

وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ ﴿٦٨﴾

Rabbin, bal arısına şöyle ilham etti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin.”

28. Hüdhüd

Süleyman (a.s) Beyt-i Makdis'in inşasını tamamlayınca hac için hazırlanıp Harem-i Şerife gider. Burada istediği kadar kaldıktan sonra Yemen'e yönelmiştir. Sabahleyin Mekke'den çıkıp öğleyin San'a'ya varır. San'a hoşuna gider ve orada konaklar fakat su bulamaz. Hüdhüd kuşu ise onun yol gösterisidir ve suyu iyi bulur. Bunun üzerine hüdhüdü arar ama bulamaz, çünkü Süleyman (a.s) konakladığında havada bir tur atmış ve başka bir hüdhüdün durduğunu görmüş, yanına inmiştir.İkisi anlaşmışlar, ve yanına gittiği hüdhüd bizim hüdhüde bir şeyler anlatır. Bunun üzerine onun anlattıklarını görmek üzere beraber uçarlar, daha sonra ikindiyi müteakip gelir ve gördüklerini Süleyman (as)'a anlatır. Gitmiş Sebe'yi görmüş öğrenmiş ve bunları anlatmıştır. 

وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَا أَرَى الْهُدْهُدَ أَمْ كَانَ مِنَ الْغَائِبِينَ ﴿٢٠﴾

Süleyman, kuşlara göz atıp yokladı ve şöyle dedi: “Hüdhüd’ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?” (Neml 20)