Last Updated:

İslam'ın Gizliden Yaşandığı İlk Yılları

Miladi 610 yılı Ramazan Ayında Nur Dağı'ndaki Hira Mağarası'nda Cebrail ilk vahyi Peygamberimize getirmişti. İlk vahyin gelmesinin hemen ardından Hz. Hatice iman etmişti. Daha sonra onları namaz kılarken gören Hz. Ali ve Zeyd b. Harise de iman etmişlerdi. Bu olayların ardından Mekke'de açıktan kimse söylemese de yeni bir dinden bahsedilmeye başlanmıştı. İnsanların çoğu olup bitenlerden haberdar olmuştu.

Bu gelişmeler yaşanırken Hz. Ebubekir Mekke'de değildi. Ticaret için Yemen'e gitmişti. O, Yemen'den dönerken Mekkeliler hemen onu karşılamaya gitmiş, olup bitenleri anlatmış ve ondan bu işi düzeltmesini istemişlerdi. O ise Peygamberimizi zaten yakından tanıyor ve hem daha önceki yolculuklarında hem de bu son yolculuğunda rahipler kendisine gelecek peygamberden hatta kendisinin ilk iman edenlerden olacağını anlatmışlardı. O da doğruca Hz. Hatice'nin evine gitti, peygamberliğin geldiğini öğrenince iman etti.

Böylelikle ilk Müslümanlar dört kişi olmuşlardı. Ancak bu ilk Müslümanlar. bir süre iman ettiklerini gizlemek zorundaydılar. Çünkü Mekkeliler, bu yeni dine mensup olanları atalarının dinine ihanet eden kafirler gözüyle görüyorlar ve engel olmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu arada gizliden gizliye bu dört kişiye yeni Müslümanlar eklenmeye başlamıştı. Şimdi bu ilk günlerde Müslüman olan diğer kişilere bakalım. 

Peygamberimizin peygamberliğini kabul eden kişiler yaşadıkları bu huzuru herkesin yaşamasını istiyordu. Açıktan herkesi davet edemeseler de kendi yakınlarına yeni dinden bahsedip, onları İslam'a davet ediyorlardı. Bu konuda Hz. Ebubekir'in gayretleri herkesin dikkatini çekiyordu. Bu şekilde kendi çevrelerini getirip Peygamberimiz ile tanıştırmaya çalışıyorlardı. Hz. Ebubekir ilk dönemde Peygamberimizin halasının oğlu Zübeyir İbn Avvam'ı getirmişti. Sonra da Osman b. Afvan ve Talha b. Ubeydullah'ı. Hz. Osman ve Talha daha kapıdan girip Peygamberimiz'i görünce kalpleri erimiş ve Ebubekir'in kendilerine anlattığından çok daha fazlası olduğunu anlamışlardı. Peygamberimiz ikisine İslam'ı anlattı ve ikisi de kabul ettiler.

Bu ilk Müslümanlarla birlikte Mekklilerin tepkileri ve baskıları hemen başlamıştı. Mesela Hz. Osman'ın Hakem b. Ebil As isminde bir amcası vardı ve Müslüman olduğunu öğrenmişti. Hz. Osman'ı tuttu ve hapsetti. Şunları söylüyordu:

– Sen nasıl olur da, atalarının dinini bırakır ve yeni yetme bir dinin peşinden gidebilirsin? Bu dinle bütün bağlarını koparmadığın sürece seni bu bağlardan çözmeyeceğim.

Hz. Osman ise, bütün tehditlere kulaklarını tıkamış, kararlılığından zerre kadar taviz vermiyordu.

– Allah’a yemin olsun ki ben, asla geri dönüp de bu dini terk edecek değilim.

Hz. Osman bu tehditlere boyun eğmeyeceğini dile getirince onu korkutmaya çalışan amcası vazgeçiremeyeceğini anladı ve onu serbest bıraktı.

Olup bitenler sadece Osman b. Afvan'ın yaşadıkları ile kalmayacaktı elbette. O dönemde Müslüman olan ve iman ettiği Mekkeliler tarafından öğrenilen herkes, azılı düşmanların hışmına uğrar olmuşlardı.

Hz. Ebubekir ve Hz. Talha birlikte yürürlerken yine Mekkeli Müşriklerin hışmına uğramışlardı. ‘Kureyş’in aslanı’ denilen Nevfel İbn Huveylid adında bir adam, karşılarına dikiliverdi yol ortasında. Hem adam gözü kara biriydi, hem de bu iki mübarek insan ilk günden kavga ve gürültü çıkarmama adına temkini tercih ettiler… Sözle iknayı denedilerse de, adamın bundan anlayacağı yoktu ve her ikisini de bir iple bağlayıverdi orada.

Azman yapılı bu adamın maksadı, namaz kılıp Kur’ân okumalarını önlemekti. Ancak ne el ve kollarının bağlanması ne de başlarında tehdit yağmurlarının sağanak halinde yağması, onları namaz kılıp Kur’ân okumaktan alıkoyacaktı.

Adamın ünü o denli yayılmıştı ki, Teymoğulları bile arka çıkamadılar, iki adamları Hz. Ebû Bekir ve Hz. Talha’ya. Ortalık duruluncaya kadar bekledi iki arkadaş. Bu olay Hz. Ebubekir ve Hz. Talha arasında bir samimiyete vesile olmuş ve ikisi bundan sonra ayrılmaz iki arkadaş anlamında Karineyn olarak anılmaya başlanmıştır.

Ebu Zerr Müslüman Oluyor

Mekke'de gizliden gizliye de olsa müthiş bir heyecan yaşanıyordu ve herkesin üzerinde farklı bir aksiyon vardı. İslamiyet ile tanışanlar, aradıklarını bulmanın heyecanını yaşıyorlar, henüz Müslüman olmayanlar ise duyduklarının heyecanı ve tedirginliğini yaşıyorlardı. Zaten uzun zamandır gelecek olan bir Peygamberden bahsedip duruyorlardı. Şimdi aradıkları peygamber karşılarında duruyordu. O, ben Allah'ın resulüyüm dediği zamanda itiraz edilecek hiç bir şey yoktu. Çünkü üzerinde taşıdığı her bir özellik zaten onun peygamber olduğunu söylüyordu. Ebu Zerr de bu heyecanı yaşayanlardan birisiydi.

Gıfar Kabilesi'nden olan Ebu Zerr, Mekke'de yaşananları duymuş ve bir an önce bu yeni din ile tanışmak için can atıyordu. Araştırma yapmak için önce ağabeyi Üneys'i gönderdi Mekke'ye. Üneys döndüğünde şunları söyledi:

– Mekke’de senin dininin benzeri bir dinle gelen bir adamla karşılaştım. Allah O’nu peygamber olarak göndermiş, insanlar ise O’na, sâbi diyorlar. Ben sadece insanların O’na dediklerini aktarıyorum. O’na kâhin, sihirbaz ve yalancı diyorlar. Ama ben, O’nun bazı sözlerini duydum; eminim ki O, bunlardan hiçbiri değil; Allah’a yemin olsun ki ben, O’nun doğru söylediğine inanıyorum.

Ebu Zerr, duyduklarına çok sevinmişti. Ağabeyi, gelmesini gözleyip durduğu birisini anlatıyordu. Artık yerinde duramıyor ve bir an önce bu yeni peygamberle tanışmak için can atıyordu. Hemen Mekke'ye doğru yola koyuldu.

Mekke'ye vardı ama aradığı kişiyi tanımıyordu ve kimseye soramıyordu. Çünkü Mekkelilerin ona düşman kesildiklerini biliyordu. Onu sorsa ve iman etmek için geldiğini söylese kendisine de bir zarar gelebilirdi. Ancak başka bir çare bulamadı ve karşılaştığı birisine sordu:

– Hani, şu sizin sâbi dediğiniz adam nerede?

Adam dik dik kendisine baktı ve aradığı cevabı vermedi. Çaresiz şekilde bekliyordu. Geceyi Kabe'nin avlusunda geçirdi.

Ertesi gün Hz. Ali ile karşılaştı. Hz. Ali, gördüğü bu yabancıya yardımcı olmak istiyordu ancak aklından geçenleri söylese adamın inanmayıp tepki gösterme ihtimali vardı. Ebu Zerr de tekrar Hz. Peygamberin yerini sormaktan çekiniyordu. Bu konuları konuşmadan geceyi birlikte geçirdiler.

Ebu Zerr Mekke'ye geleli 3 gün olmuştu ama hala amacına ulaşamamıştı. Sonunda Hz. Ali, tüm riskleri göze alarak peygamberimizi anlatmaya başladı ve Ebu Zerr'e niyetini sordu. İkisi de rahatlamıştı. Ebu Zerr 3 gündür bu kadar yakında olduğu halde ayrı kalışına yanıyordu. Şimdi Muhammedü'l-Emin'nin yanına gidebilirlerdi. Dikkat çekmemeleri gerekiyordu. Bunun için Hz. Ali şöyle dedi:

– Ben önden gideceğim ve sen de beni, arkadan takip edeceksin. Şayet ben, senin için sıkıntılı olabilecek bir durum sezersem bir kenara çekilir ve ihtiyacımı giderir gibi yaparım; işte o zaman sen, beni hiç düşünmeden yoluna devam edersin. Nasılsa, sonra ben seni yine bulurum. Şayet bir tehlike sezmezsem, sen de benimle birlikte gelirsin ve o zaman istediğimiz yere birlikte gideriz.

O gün için Mekkelilerin, Müslümanlar üzerinde nasıl bir baskı kurduklarını anlatan sözlerdi bunlar aynı zamanda…

Çok geçmeden vardılar gidecekleri yere. İçeri girdiler ve Ebu Zerr, Peyamberimiz ile göz göze geldi.

– Allah’ın selamı senin üzerine olsun ey Allah’ın Resûlü.

Selamdan anlaşılacağı üzere Ebu Zerr çoktan iman etmişti bile. Mekke'ye gelip beklediğini ve yaşadıklarını anlattı bir bir. Sonra da

– Ey Allah’ın Nebisi! Bana ne emreder, neye davet edersin, diye sordu.

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Seni Allah’a ibadet etmeye, O’na hiçbir şeyi şerik koşmamaya ve bütün putları bir kenara koyup terk etmeye çağırırım.

– Ben şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve yine ben şehadet ederim ki, Sen de O’nun Resûlü’sün.

Sonra sözlerine şöyle devam etti:

– Yâ Resûlallah! Şimdi ben memleketime, ailemin yanına geri dönecek ve orada, savaş emrinin geleceği günü iştiyakla bekleyeceğim! O zaman Senin yanına gelecek ve Sana destek olacağım; çünkü şu an kavmini, Senin aleyhinde birleşmiş olarak görüyorum.

– Doğru söylüyorsun. Bu mesele açığa çıkıp da güzel haberlerimiz size ulaşıncaya kadar kavminin yanına geri dön ve güzel bildiklerini onlarla paylaş!

– Nefsim, yed-i kudretinde olana and olsun ki, gidip Kâbe’de İslâm’ı haykırmadıkça dönecek değilim

Gerçekten de Ebû Zerr, çok geçmeden bir çırpıda Kâbe’ye geldi ve avazı çıktığı kadar şunları haykırdı:

– Ben şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve yine ben şehadet ederim ki Muhammed, O’nun hem kulu hem de Resûlü’dür.

Bir anda bütün bakışlar, onun üzerinde toplanıvermişti. "Adama bak! Bu da sâbi oldub" diyor ve onu alaya alıyorlardı. Bir adamın daha karşı tarafa geçtiğini duyan herkes toplanmış, Ebû Zerr’e hakaret yarışına girmişti. Sadece hakaret ile de kalmadılar ve hep birlikte Ebu Zerr'in üzerine yürüdüler. Ebu Zerr bir anda nereden geldiği belli olmayan tekme-tokatlar arasında kalıverdi. Neredeyse onu öldüreceklerdi ki Hz. Abbas duruma müdahale etti ve şöyle söyleyerek onu kurtardı:

– Ey Kureyş topluluğu! Siz ne yapıyorsunuz? Gıfâr kabilesi sizin ticaret yolunuzun üzerindedir; onu öldürmekle siz, ticaretinizi tüketmek mi istiyorsunuz? Bırakın onu!

Bunu duyunca bin bir türlü küfürler savurmaya devam ederek oradan ayrıldılar. Ertesi gün yine aynı şeyler yaşanmıştı. Çünkü Ebu Zerr yine Kabe'ye geldi ve aynı sözleri tekrar etti. Aynı şekilde hakarete ve fiziksel saldırıya uğradı. Daha sonra henüz bu şekilde İslam'ı haykırmanın zamanı gelmediğini ve Peygamberimizin stratejilerini daha iyi anladı. Ardından da köyüne geri döndü.

Bu durumdan diğer Müslümanlar da zamanın gereklerine göre hareket etme ve Peygamberimizin tavsiyeleri adına çok şey anlamışlardı.

İslam'a Girişler Artıyor

Ebu Zerr'in ardından da Sad b. Ebi Vakkas İslam'ı kabul etti gördüğü bir rüya üzerine. Anne ve babasının baskılarına rağmen de dönmedi geriye.

Mekke'deki baskılardan bir an dahi olsun kurtulup bir nefes almak isteyen Peygamberimiz ve Hz. Ebubekir Mekke dışına çıkarlar. O zaman çobanlık yapan Abdullah b. Mes'ud ile karşılaşırlar. Aslında Abdullah b. Mesud ikisini de tanımaktadır. Peygamberimiz, bu çobana süt sorar. O da hayvanların kendisine ait olmadığını söyler. Peygamberimiz de hiç doğurmamış, yani süt olma ihtimali olmayan keçi yada kuzu ister. Abdullah da bir oğlak getirir. Peygamberimiz bu oğlağın göğsünü sıvazlayınca süt gelmeye başlar. Bu sütten doyasıya içerler. Sonra da oğlak önceki haline geri döner. Bunun üzerine Abdullah b. Mesud:

– Okuduğun o kelimeleri bana da öğretir misin yâ Resûlallah!

Söylediklerinden de anlaşıldığı üzere artık Abdullah b. Mesud da iman etmiş ve ilkler kervanına katılmıştı.

Daha sonra gizli gizli yaşanıyor da olsa bu yeni dinden haberdar olmuşlar ve katılımlar artmaya başlamıştı. Abdullah b. Mesud'un İslam'ı kabul ettiği gün Hz. Ömer'in eniştesi Saîd İbn Zeyd ve hanımı Fâtıma İslâm’la şereflenmişlerdi. Hz. Ömer o zamanlar henüz Müslüman olmadığı için bu ikisine çok zorluk çıkarmıştı. Ancak sonra kendisi de İslam'ı kabul etmişti.

Artık insanlar İslam'a doğru koşar hale gelmişlerdi. Âmir İbn Rabîa, Utbe İbn Rabîa’nın oğlu Ebû Huzeyfe, Ebû Ubeyde İbn Cerrâh, Osman İbn Maz’ûn ve iki kardeşi Kudâme ve Abdullah, Esmâ Binti Ümeys, Ümmü Eymen, Efendimiz’in amcası Hz. Abbas’ın hanımı Ümmü’l-Fadl ve Hz. Ali’nin ağabeyi Ca’fer İbn Ebî Tâlib de gelmiş ve Müslüman olmuşlardı.

Üç yıl boyunca gizli gizli insanlar İslam'a davet edilmiş ve maneviyata açık kalpliler tüm tehlikelere rağmen kabul ediyorlardı. Bir taraftan yeni yeni ayetler geliyor; Allah Resûlü de bu ayetleri, etrafındaki bu ilk halka ile paylaşıyordu. Ancak bunun için, genellikle tenha yerler seçiliyor; çoğu zaman bu sohbetler için hane-i saadetleri tercih ediliyor ve böylelikle Kureyş’in tepkisi çekilmemeye çalışılıyordu. Dönem, iman adına kıvama erme dönemiydi ve bu dönemde inen ayetlerin genel temasını da bu husus oluşturuyordu. Çünkü sancağı omuzlarda uzun soluklu taşıyıp dalgalandırabilmek için güçlü ve sarsılmaz bir imana sahip olmak gerekiyordu.

Çok geçmeden Bilâl-i Habeşî, Ebû Seleme, Erkam İbn Ebi’l-Erkam, Ubeyde İbn Hâris, Hz. Ebû Bekir’in iki kızı Esmâ ve Âişe, Habbâb İbn Erett, Umeyr İbn Ebî Vakkas, Mes’ûd İbnü’l-Kâriyy, Selît İbn Amr, Ayyâş İbn Ebî Rabîa ve hanımı Esmâ Binti Selâme, Huneys İbn Huzâfe, Âmir İbn Rabîa, Abdullah İbn Cahş ve kardeşi Ebû Ahmed, Hâtıb İbn Hâris ve hanımı Fâtıma Binti Mücellel ile Hâtıb’ın kardeşi Hattâb ve onun hanımı Fükeyhe Binti Yesâr, Ma’mar İbn Hâris, Osman İbn Maz’ûn’un oğlu Sâib, Muttalib İbn Ezher ve hanımı Ramle Binti Ebî Avf, Nuaym İbn Abdullah, Âmir İbn Füheyre ile Hâlid İbn Saîd İbni’l-Âs ve hanımı Ümeyne Binti Halef de bu nura koşanlar arasındaydı.

Daha sonra da Hâlid İbn Saîd, Hâtıb İbn Amr, Vâkıd İbn Abdullah, Bükeyr İbn Abdiyâleyl’in dört oğlu Hâlid, Âmir, Âkıl ve İyâs da gelip huzur-u risâlette kelime-i tevhidi söyleyip imana teslim oldular.

İlk başlarda namaz kılarken Peygamberimizin arkasında sadece Hz. Ali varken, artık büyük bir cemaat olmaya başlamıştı. Sadece ibadet ediyolardı ancak onların bu ibadetleri bile Mekkelileri çileden çıkarmaya yetmişti. Artık sadece izlemek ve hakaret etmekle yetinmeyecekler her türlü fiziksel şiddete de başvuracaklardı..

Sa’d İbn Ebî Vakkâs ve arkadaşları yine beraberce bir kenara çekilmiş, Mekke dışında bir yerde namaz kılıyorlardı. Olacak ya, Kureyş’ten bir grup insanın yolu da o gün, namaza durdukları yerden geçiyordu. Onları bu halde görünce garipsemiş ve alaylı tavırlarla laf atmaya başlamışlardı. İşi o kadar ileri götürdüler ki, artık mesele, sadece sözle sınırlı kalmamış ve Müslümanların üzerine saldırmışlar, kısa bir müddet de olsa aralarında bir arbede yaşanıvermişti. Bu ne tahammülsüzlüktü ki, insanların kendi başlarına ibadet etmelerine bile müsamaha gösterilmiyor ve engel olmak için de şiddet kullanılıyordu.

Artık şiddet dönemi başlamış ve giderek dozu iyice artacaktı. Bilal-i Habeşi ağır işkenceler görecek, Ammar ailesi şehit edilecek ve ambargo yılları gelecekti.