Last Updated:

İlk Müslümanlar ve Müslüman Oluşları

Peygamber Efendimiz 40 yaşında iken, Miladi 610 yılı Ramazan Ayında muhtemelen 17'sinde ilk defa Cebrail ile buluşmuş ve Peygamber olmuştu. Kur'an'da Emenerrasü ismiyle bildiğimiz Bakara Suresi'nin 285. ayetinden anladığımız üzere Peygamber Efendimizin de kendi peygamberliğine inanma süreci olmuştur. İlk vahyin gelişi ile beraber İslamın teşekkülü ve insanların İslam dinini kabul etmeleri süreci başlamış oluyordu. Henüz Peygamberimiz açıktan kimseyi kendi peygamberliğini kabul etmelerine davet etmiyor olsa da bazı kişiler onun peygamber olduğuna çoktan inanmışlardı bile. Peki bu ilk Müslümanlar kimlerdi?

Kaynaklarımızda genellikle 4 kişiden bahsedilir ve bu dört kişinin erkekleri, kadınları, çocukları ve köleleri temsil ettiği düşünülür. Bu kişiler Hz. Ebubekir, Hz Hatice, Hz. Ali ve Zeyd b. Harise'dir. Ben bunlara bir kişi daha eklemek istiyorum. Çünkü ilk vahiy geldiği anda hemen kendisine gidilen ve rehberlik yapmaya çalışan bir de Varaka b. Nevfel var ki o da ilk andan itibaren Peygamberimizin, peygamberliğini kabul etmiştir. Hatta bu ilk vahiy gelmeden önce de zaten Peygamberliği bekleyenler arasındadır. 

Şimdi bu ilk Müslümanların, Müslüman oluşlarını kısaca inceleyelim.

Hz. Hatice

Hz. Hatice, bundan 15 yıl önce Peygamberimiz ile evlenme kararı alırken zaten gördüğü peygamberlik emarelerinden dolayı evlenmişti. (bkz. Peygamberimiz ve Hz. Hatice'nin evliliği) Yıllardır da vahyin geleceği günü bekliyordu. Bu yüzden Hz. Hatice, vahyin geldiğini anladığı ilk andan itibaren Peygamberimizi tasdiklemiştir. Onun düşüncelerine ve hayatına bakıldığında zaten ilk vahiy gelmeden önce de Peygamberimizi tasdiklemiş bir hayat yaşadığı görüleceklerdir.

Hatice Validemiz, Hira'da gelen ilk vahiyden itibaren vefat edinceye kadar her şeye ilk şahit olan, en büyük destekçi ve Allah'ın emirlerini Peygamberimiz ile ilk uygulayan kişi olmuştur. 

Bir pazartesi günü Peygamberimiz Cebrail tarafından abdest ve namazı öğrenmişti. Önce Cebrail abdest almış, Peygamberimiz izlemiş sonra da Peygamberimiz abdest almıştır. Ardından Cebrail namaz kılmış, Peygamberimiz izlemiş sonra yine peygamberimiz gördüğü şekilde namaz kılmıştır.

Aynı günün akşamında ise Cebrail'in Peygamberimiz'e öğrettiği gibi namaz kılmayı ilk öğrenen Hatice Validemiz olmuş ve o da namaz kılmıştır.

Artık Hz. Hatice adeta Peygamberimizin veziri gibi her zaman yanında olmuş ve her emri ilk yerine getirenlerden olmuştur.

Hz. Ali

Hz. Ali, vahyin ilk gelmeye başladığı zamanlarda daha küçük bir çocuktu. Çocuktu çocuk olmasına ama idraki yetişkinlerden de olgundu.

Hz. Ali, zaten Peygamberimizin evinde büyüyordu. Çünkü babası Ebu Talib'in maddi sıkıntılarından dolayı Peygamberlikten önce, Efendimiz amcasına yardımcı olmak amacıyla Hz. Ali'yi kendi evine almış ve Ebu Talib ailesine destek olmaya çalışıyordu. Bu yüzden Hz. Ali, Efendimiz'in elinde büyüyordu. Aynı evde olması sebebiyle de İslam'ın doğduğu andan itibaren her gelişmeye şahit oluyordu.

İlk vahyin gelmesi ile birlikte evde yaşanan telaşlı zamanların hepsine şahit olmuştu küçük Ali. Bir gün Peygamberimiz ve Hatice Validemiz beraber namaz kılıyordu. Onların bu yaptıklarını Hz. Ali gördü. Hz. Ali o zamanlar daha 10 yaşındaydı ve ilk defa namaz kılan insanlar görüyordu. Bu yüzden sordu:

– Ne yapıyorsun, yaptığın da ne senin.
– Âlemlerin Rabbi için namaz kılıyorum.
– Alemlerin Rabbi de kim?

Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), müşfik bir baba edasıyla dizine oturttu O’nu, Hirâ’da başından geçenleri ve peygamberlikle vazifelendirilişini anlatmaya başladı bir bir. Ardından tane tane şunları söyledi:

– O, bir ve tek olan Allah’tır. O’nun ortağı olamaz. Varlığı O yaratmış, rızkını da O vermektedir. Her şey O’nun yed-i kudretindedir; öldüren de yaşatan da O’dur. Ve O, her şeye kâdirdir.

Peygamberimiz daha sonra da aralarında geçen bu konuşmalardan kimseye bahsetmemesini tembihlemişti. Hz. Ali ise bu öğrendiklerinden sonra babasına danışma gereği hissediyordu. Aslında amcasının oğlu Muhammed'e itimadı tamdı. O, derse yapardı. Ancak konu babasının fikrine de danışılacak kadar önemliydi.

Akşam olmuştu. Gece Hz. Ali, olanları uzun uzun düşündü. Meselenin çok önemli olduğunun farkındaydı. İman meselesi. Bu konuda anne babaya sormaya ne gerek vardı. Zira Allah kendisini yaratırken de anne babasına sormamıştı. Kararını verdi. Sabah olunca Allah Resulü'nün yanına geldi.

– Dün sen bana neler anlatmış ve neye davet etmiştin.

Peygamberimiz onu aldı ve yanına oturttu. Şehadet getirmeye davet etti. Böylelikle, on yaşlarındaki küçük Ali, Hz. Hatice’den sonra kelime-i tevhidi söyleyen ikinci kişi oluyor ve nice büyüklerden önce İslâm’ı tercih ederek, gönlünden gele gele Rabb-i Rahîm’ine teslim olup iman ediyordu. Artık küçük Ali, Allah’ın Resûlü ve amcaoğlu Muhammed’in yanından hiç ayrılmıyor ve gelen ayetleri, Resûl-ü Kibriya’nın dudaklarından ilk duyan olmak istiyordu.

Zeyd b. Harise

Aynı evde yaşayanlardan bir tanesi de Zeyd b. Harise idi. O da bir gün Hz. Ali gibi Peygamberimizin ve Hatice Validemizin namaz kıldığına şahit olmuştu. 

Namazlarını bitirir bitirmez de, yaptıklarının ne olduğunu sordu Allah’ın Resûlü’ne… Artık vakit gelmişti; karşısına aldı Zeyd’i ve şefkat dolu bir baba sıcaklığıyla anlattı ona da olanları bir bir… Ardından, Kur’ân ayetlerinden bazılarını okudu Zeyd’e ve imana davet etti açıkça…

Efendisi bir talepte bulunur da Zeyd onu yapmaz mıydı hiç? O’nun için, anne ve babayla birlikte mesut yaşamayı bir kenara koymuş, vahiy öncesindeki hâline imrenerek adeta O’nun sevdalısı olmuştu. Şimdi ise, hayatına yeni bir yön veren ve dünyanın yanı sıra ölüm sonrasını da saadete götüren bir davetle karşı karşıyaydı. En önemlisi de, bu daveti yapan, gönlünün gülü, Allah’ın da Resûlü’ydü… Hemen oracıkta, içinden gele gele kelime-i tevhidi söyledi ve Hz. Hatice ile Hz. Ali’nin ardından katılıverdi iman kervanına… Artık O, insanları Allah davasına çağırmada Hz. Ali ile birlikte Efendiler Efendisi’nin en sadık yârânlarından olacaktı.

Ebu Bekir

Hz. Ebubekir ticaretle uğraşıyordu. Zengin ve itibarlı bir kişiydi. Mekkeliler diyet ve miras işlerini hep ona danışırlardı.

İslam'ın ilk geldiği o günlerde Yemen'deydi. Bu yüzden Mekke'de olup bitenlerden haberi yoktu. İşlerini tamamlamış, uzun bir yolculuktan sonra Mekke'ye dönüyordu. Mekke’ye yaklaştığında, Ukbe İbn Ebî Muayt, Şeybe, Rabîa, Ebû Cehil ve Ebu’l-Bahterî gibi Kureyş’in ileri gelenlerinin kendisini beklediklerini gördü. Duruşları hayra alâmet görünmüyordu. Belli ki, yokluğunda önemli gelişmeler yaşanmıştı Mekke’de. Ebubekir sormaya başladı:

– Ben yokken buralarda neler oldu? Yeni bir şey mi var.

Onlar da zaten bunu anlatmak için fırsat kolluyorlardı. Kin ve nefretle sıralamaya başladılar:

– Hem de ne olay yâ Ebâ Bekir! Ebû Tâlib’in yetimi, kendisinin nebi olduğunu sanıyor. Sen olmasaydın hiç beklemez, işini bitirirdik. Ancak sen geldin ya, artık meseleyi çözersin.

Onlar bunu diyedursunlar, Ebû Bekir’in zihninde mazi, sinema şeridi gibi akmaya başladı. Saniyelere seneler sığmıştı. Kâbe’nin avlusunda kulak verdiği Zeyd İbn Amr’ın sözleri... Panayırların yaşlı mürşidi Kuss İbn Sâide’nin nasihatleri ve Şam’da gördüğü rüya ile tevilini yapan rahibin yorumları… Yoksa zaman O’nun zamanı mıydı?.. Hele, Yemen’deki ihtiyarın sözleri… Yemen’e girerken ziyaret ettiği Ezidli İhtiyar’ın dedikleri çıkıyordu. Daha kendisini ilk gördüğünde soru üstüne soru sormuş, Harem’de ortaya çıkacak Son Nebi’den bahsetmiş ve O’nun yanında yer alacak ilklerin özelliklerinden bahisler açmıştı. Ebû Bekir’i daha yakından tanıyınca da, tereddütsüz:

– Kâbe’nin Rabbi’ne yemin olsun ki sen, ilklerdensin, diyerek ilk gününden itibaren O’na sadık bir yardımcı olacağının müjdesini vermişti. Tutmuş bir de, O’nunla ilgili şiirlerini terennüm etmiş ve Hz. Ebû Bekir’in eline tutuşturmuştu.

Yemen’e ticaret için giden Ebû Bekir, zaten yüklü bir malûmatla geri dönüyordu. Zihni, sürekli İhtiyar’ın söyledikleriyle meşguldü. Bunları da Varaka İbn Nevfel’le paylaşmak için can atıyor, yolun bir an önce bitmesi için olabildiğince, hızla yürümeye çalışıyordu. Şimdi ise karşısında, Kureyş uluları duruyor ve İhtiyar’ı tasdik edercesine yeni gelişmelerden bahsediyorlardı.

Kırk yıldır, insanlara zerre kadar hilaf-ı vâki beyanda bulunmayan bir Emîn, tutup da Allah adına yalan söyleyecek değildi ya… Şüphesiz beklenen an gelmişti. Hiçbir şey hissettirmeden onları, gönüllerini hoş ederek, tatlılıkla yanından gönderdi. Ne de olsa kudretli adamdı ve onların, Ebû Bekir’in meseleyi çözeceğine inançları tamdı.

Artık Varaka b. Nevfel'e gitmeye bile gerek kalmamıştı. Düşündükleri gerçekleşiyor gibiydi. Doğruca Hz. Hatice’nin evine yöneldi. Çok geçmeden, Hz. Hatice’nin kapısını çaldı. Kapıyı açan, aradığı insandı. Bu yüzde yalan olabilir miydi hiç?.. Meraktan çatlayacak gibiydi, ama emin olmak için önce mesafeli durdu:

– Yâ Muhammed! Sen, ehlinin geleneklerini bırakıp, atalarının dininden vaz mı geçtin?..

Yılların dostuna Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), nasıl davranacağını çok iyi biliyordu. Arkadaşını tanıyordu zira:

– Ben Allah’ın Resûlü’yüm yâ Ebâ Bekr. Risaletini tebliğ etmem için beni, Sana ve bütün insanlara Nebi olarak Allah gönderdi. Seni de Hak ile O’na davet ediyorum. Vallahi yâ Ebâ Bekr; seni kendisine davet ettiğim Allah, Hak’tır. O, benzeri olmayan yegâne Tek’tir. Biz O’ndan başkasına kul olamayız… Gel ve sen de iman et Allah’a...

– Peki, bu konuda delilin ne?

– Yemen’de karşılaştığın ihtiyar.

Onun Yemen’e gittiğini duymuş olabilirdi, ama Yemen’deki ihtiyar da nereden çıkmıştı? Yoksa, aralarında geçen gelişmelere muttali miydi? Bu kadarını bilen, elbette kendi konumundan da haberdar demekti. Yine de temkinli olmalıydı. Kendini toparladı ve ekledi:

– Yemen’de o kadar ihtiyarla karşılaştım ki!..

– Sana o beyitleri veren ihtiyar.

Bundan daha büyük bir emare olamazdı. Artık, Ebû Bekir bitip tükenmiş; bir başka söz söylemeye de mecali kalmamıştı.

– Bunu sana kim haber verdi ey Habîbim?

– Benden öncekilere de gelen o büyük melek.

Hz. Ebû Bekir için yapılacak tek şey kalmıştı. Ellerini uzatarak:

– Uzat ellerini, Sana biat edeceğim. dedi ve devam etti.

– Ben şehâdet ederim ki, Allah’tan başka ilâh yok tur ve Sen de şüphesiz, O’nun Resûlü’sün.

Hz. Ebubekir'in Müslüman olması Mekke'de kısa süre içerisinde duyulmuş ve şok etkisi yaratmıştır.