Hz. Muhammed Doğmadan O'na Aşık Olan Ebu Kerb
[h5p id="5"]
Bazı insanlar vardır ki Hz. Muhammed'i çok iyi tanırlar. Özellikle de Yahudiler ve Hristiyanlar onun özelliklerini kendi kitaplarında okumuş ve daha doğmadan önce Hz. Muhammed'in özelliklerini çok iyi öğrenmişlerdi. Kur'an-ı Kerim'in En'am Suresi 20. ayetinde de bu konu şu şekilde ifade edilmiştir:
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ۟
"Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyan edenlere gelince, işte onlar inanmazlar."
Bu ayet hem daha önceki kitaplarda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'den bahsedildiğini hem de bu kitapların indirildiği toplumların, yani Yahudi ve Hristiyanların Peygamberimizi kendi öz evlatlarından bile daha iyi tanıdıklarını açıkça beyan etmektedir. Ancak ne yazık ki bu toplumlar gerçekten Hz. Muhammed ile karşılaştıklarında bildikleri her şeyin aksini yapmışlar ve Hz. Muhammed'e düşman kesilmişlerdir.
Şimdi onun geleceğini bilen ve samimi şekilde bekleyen bir kraldan, Ebu Kerb'den bahsedeceğim.
Ebu Kerb, Yemen Meliklerinden birisidir. Peygamberimiz doğmadan önce yaşamıştır. Hırslı bir yapıya sahip, kendini güçlü gören ve bu özgüvenle çevre açılarak fetihler yapmaya başlayan birisidir. Bu fetihleri gerçekleştirdiği dönemde bir ara gözünü Medine'ye diker. Medine'yi fethetme düşüncesi ile bu mübarek beldeye yönelir. Ancak beklenmeyen şeyler olur.
Kureyzaoğullarından iki Yahudi bilginin anlattıklarından etkilenerek Medine'ye baskın yapmaktan vazgeçer. Peki bu Yahudiler Ebu Kerb'e ne söylediler. Bu iki bilgin Ebu Kerb'in karşısına geçerek,
- Ey Melik! Sakın böyle bir şey yapma! İlla da istediğimi yaparım diyorsan bil ki, araya engeller çıkar ve sen buna asla muvaffak olamazsın.
- Niyeymiş o?
- Çünkü burası, ahir zamanda, Kureyş arasından Harem’de çıkacak olan Nebi’nin hicret edeceği yerdir. Burası O’nun evi ve karar kılacağı belde olacaktır.
Melik bu duyduklarından etkilenir ve elindeki güçlü imkanlara rağmen Medine'ye girmekten ve Medineliler ile savaşmaktan vazgeçer. Geri dönerken de bu iki Yahudi Bilgini yanına alır ve onların dinini kabul ederek Yahudiliği benimser.
Ülke ülke gezerek fetihler yapan melik, bu iki bilgenin rehberliğinde artık iç dünyasındaki fetihlere yelken açmıştır. Ruh dünyasında bu iki gencin heyecanını yaşamaktadır. Bu heyecanla Yemen'e varır varmaz halkını da Yahudi olmaya davet eder. Ancak Himyer halkı, ilk önce bu davate icabet etmeyecek ve delil arayışına girecektir.
Bu halkın kutsal olduğuna inandığı bir ateş vardır. Melikin sözlerine inanmadıkları için de Melik'i bu ateş ile imtihana davet ederler. Melik'in kendinden şüphesi olmadığı için daveti kabul eder. Kutsal saydıkları bu ateşin yanına gelirler.
Onların inancına göre bir meselenin doğru olup olmadığı ancak bu ateşe arz edilerek anlaşılabilmektedir. Ateşin zarar verdiği tarafın haksız olduğuna hükmedilir ve dava bu şekilde neticelenmiş olur. Ateşle bu imtihan sırasında iki Yahudi bilgin de Melikin yanındadır. Bu bilginler boyunlarına mushaflarını asmışlar, dillerinde Tevrat ayetleri, Rablerine karşı tevekkül içerisinde sıranın kendilerine gelmesini beklemektedirler.
Diğer taraf da putları ile birlikte ateşin yanına gelirler. O da ne? Bütün putlar yanıp kül olmuş ama melike hiçbir şey olmamıştır. Melik ve bilginler ateşe yaklaşınca ateş küçülüyor adeta kaynağına doğru çekiliyor ve yok olacak hale geliyordu. Bu durumu gören Himyer halkının çoğu Yahudi olmayı kabul etmiştir. Bu iki genç bilgin sayesinde Yahudilik ilk defa Yemen'e girmiş oluyordu.
Ebu Kerb, artık dindar birisi olmuş ve yanındaki iki bilginin tavsiyeleri ile Kabe'yi imar etme adına bazı faaliyetlerde bulunmuştur. Rüyasında kendisine, Kabe'yi kalın bir örtü ile örtmesi söylenmiş ve bu şekilde o, Kabe'yi ilk kez örtü diktirip örten kişi olmuştur.
Benzer rüyaları daha sonra iki defa daha görmüş ve her defasında daha kaliteli bir örtü ile Kabe'yi örtmesi söylendiği için dönemindeki en kaliteli kumaşlarla Kabe'yi örtmüş ve kendinden sonrakilere de bu şekilde yapmalarını vasiyet etmiştir.
iki rehberin kendisine anlattıklarına kendini tamamen kaptırmıştı. Bu iki Yahudi bilgin ise kendi kitaplarında okuyup durdukları ve Kur'an'ın ifadesiyle kendi oğullarından daha iyi tanıdıkları gelecek olan Nebi'yi Ebu Kerb'e anlatıyorlardı. Ebu Kerb, henüz görmediği bu peygambere aşık olmuş, onun adını sayıklar hale gelmiştir. Şiirlerinden birisinde şunları söylemiştir.
Ben Ahmed diye birisini biliyorum ki O, Allah tarafından gönderilen bir Resûl ve yaratılmışların en şereflisidir.
Şayet ömrüm, O’nun ömrüne yetişirse, O’na en sadık bir vezir ve amcaoğlu olacağım.
Bugün ben kılıcımla, O’nun düşmanlarına savaş ilan etmiş bulunuyorum ki,
Böylelikle O’nun sinesinde meydana gelebilecek sıkıntıları şimdiden bertaraf etmiş olayım.
Ebu Kerb Medine'de
Ebu Kerb, bu aşk sebebiyle herşeyden vazgeçmiştir. Artık onun tek bir düşüncesi vardır, o da Hz. Muhammed (s.a.v.). Bu uğurda saltanatından, ülkesinden ve her şeyden vazgeçmiştir. Adeta sahibi olduğu her şeye bu yolda kurban etmek istemektedir.
Artık o biliyor ki gün gelecek Hz. Muhammed, Medine'ye hicret edecektir. O zaman Ebu Kerb de Medine'ye hicret etmeli diye düşünmektedir. Yıllar önce fethetmek düşüncesi ile kapısına dayandığı Medine'ye hicret etmek istiyordu. Ama nasıl olacak saltanatı ve tacı ne olacaktı. Koskoca ülkesi ne olacaktı. Saltanatını Yemen'de bırakıp yollara düştü. Niyeti gelecek olan Peygamber'e bir ev hazırlamaktı.
Artık sıradan bir insan olmuştu. Medine'ye vardı. Buradan bir arsa satın aldı ve bu arsaya bir ev inşa etmeye başladı. O zamanlar Medine, küçük bir yerdir ve herkes birbirini tanır. Bu yüzden gelen yabancının kim olduğunu anlamak uzun sürmez. Yemen'den gelen bu adam, herkesine elde etmek için canını vermeye hazır olduğu makam ve saltanatı elinin tersiyle iten kraldı.
Herkes merak içerisindeydi ve bazı açıklamalar bekliyordu. Bunca debdebe ve saltanat niçin bırakılabilirdi ki? Neden Medine'de bir arsa almış ve bir ev yapıyordu. Bu insanlara bir açıklama yapılması gerekiyordu. Ancak hali hiç de açıklama yapmak isteyen bir adam gibi değildi. Adeta bir şeyleri saklamak isteyen ama mecbur kaldığı için anlatmak zorunda olan bir adam gibiydi. Zaten durum da bundan ibaretti. Beni kendi halime bırakın der gibi bir hali vardır.
Ancak bir taraftan da kendi bildiği gerçekleri tüm insanların bilmesi gerektiğini de düşünüyor ve anlatması gerektiğine inanıyordu. Belki Yemen halkı gibi Medineliler de iman ederlerdi. Bu yüzden bir taraftan da heyecanlanıyor ve kalbi pırpır ediyordu. Bu duygular içerisinde konuşmaya başladı Ebu Kerb;
– Ben, kadim kitaplarda gördüm ki, çok geçmeden Fârân dağlarının arasından bir Nebi zuhûr edecek ve bu peygambere Mekke, kapılarını açıp sahip çıkmadığı gibi, bir de çok haşin davranacak. O peygamber, çok geçmeden bu beldeyi terk etnek zorunda kalacak. Sonrasında ise, buraya, Medine’ye hicret edecek. İşte ben, o Nebi, hicretle buraya geldiğinde, içinde kalsın diye, bugünden O’nun evini inşa ediyorum.
Oradaki birçok kişi aslında bu sözlerin ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Ancak aralarında bu sözlerden rahatsız olanlar da yok değildi. Anlamayanlar da anlamış gibi yapıp dağıldılar.
Ebu Kerb, inşaatı tamamlamış ve ev oturulmaya hazır hale gelmiştir. Niyeti o kadar masumdu ki daha doğmamış olan Peygamber'e ev yapmıştı. Samimiyet dolu bir yürekle ortaya konmuştu bu ev. Ancak henüz vakti gelmemişti son nebinin. Günler geçiyor ama Ebu Kerb'in beklediği gün bir türlü gelmiyordu.
Kader de onu görmek yoktu. Gün geldi Azrail, Ebu Kerb için de yazılmış olan görevini yerine getirdi ve Ebu Kerb dünyaya gözlerini kapadı.
Ev çocuklarına miras kaldı ve onlarda başkalarına sattılar bu evi.
Olsun Ebu Kerb'in bu samimi niyeti ona yeter de artar. Kim bilir bu eve mukabil Allah cennette ona çok daha güzel köşkler hazırlamıştır.
Ebu Kerb'in çocukları da yine bu inanç üzere yaşamışlardır. Yıllar sonra San’a’da ortaya çıkan bir mezarda, iki kardeşin cesedi ve bu cesetlerin yanında da gümüşten bir levha bulunmuştur. Daha da önemlisi, bu gümüş levhanın üstünde altın harflerle şu yazının olmasıydı:
– Bu, Tübba’ın çocukları Lemîs ve Vahabî’nin kabridir. Bu iki kardeş de, kendilerinden önceki salih kimseler gibi, ‘Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerike leh’ inancı üzerine vefat etmişlerdir.