Hz. İbrahim
Asırlar öncesinden Bekke vadisinde bir ses yankılanıyor:
– Bizi, bu yalnız ve ıssız vadide bırakıp da nereye gidiyorsun
ey İbrahim?
İtimat ve tevekkül zirvesinin sahibi Hz. İbrahim’de, yankılanan
sese cevap mahiyetinde hiçbir hareket yok. Zira o, sadece
kendisine denileni yapıyor ve emre itaatten taviz vermek
istemiyordu. Çünkü bu, ilahî bir yönlendirmeydi; asırlar sonra
geleceğinin muştusu verilen Son Nebi’nin şereflendireceği
beldenin temeli atılacaktı.
Beri tarafta, teferruata muttali olmayan Hz. Hacer, kocasını
kendisinden uzaklaştıran her adımda ayrı bir korku
yaşıyordu. Bunun için, yalnızlığın hicranını iliklerine kadar
hisseden telaş dolu bir sesle yeniden seslendi:
– Ey İbrahim! Bizi bu yalnız ve ıssız vadide bırakıp nereye
gidiyorsun?
Belli ki, geldiği istikamette gerisin geriye ilerleyen Hz.
İbrahim’den cevap gelmeyecekti. Kucağındaki biricik yavrusuyla
arkasından koşturmak beyhûdeydi. Sanki, yıllarca
çocuk hasreti çeken ve dualarında Rabbinden çocuk dileyen
Hz. İbrahim gitmiş; yerine bambaşka birisi gelmişti. Şüphesiz böyle köklü bir değişim, ancak Rabbanî bir yönlendirme sonucu
gerçekleşebilirdi. Bunun için Hz. Hacer:
– Sana böyle yapmanı Allah mı emretti, diye sordu.
O ana kadar hiç tepki vermeden ilerleyen Hz. İbrahim’-
den, bu soruya mukabil güven dolu bir ses duyuldu:
– Evet!
Emreden O ise, koruyacak da O olacaktı. O’nun koruması
altına girdikten sonra, ne bu ürperten yalnız vadilerdeki vahşet
ne korku veren yalnızlık ve ne de bir aile reisinin himayesinden
mahrumiyet ürkütebilirdi onu. Onun için, arkasını
dönüp kucağındaki yavrusuyla birlikte geri gelirken, dudaklarından
şu kelimeler dökülecekti Hz. Hacer’in:
– Öyleyse O, bizi asla zayi etmez.1
Zaten bu cümle, aile reisiyle diğer fertlerin diyaloğundaki
son noktayı oluşturuyordu. Artık Hz. İbrahim uzaklaşmış; Hz.
Hacer de, minik yavrusu İsmail’le birlikte bırakıldıkları noktaya
geri dönmüştü.
Efendimiz 1
Hz. İbrahim’in Duaları
Hz. İbrahim, ufukta kaybolacağı bir noktaya geldiğinde
geri dönecek ve ellerini açarak Rabb-i Rahîm’inden şöyle niyazda
bulunacaktı:
– Ey bizim Rabbimiz! Şüphesiz ben, zürriyetimden bir
kısmını Senin kutsal mabedinin yanında, ekin bitmez bir vadide
yerleştirdim.
‘Yerleştirdim’ ifadesinden açıkça anlaşıldığı üzere; o, henüz
hiçbir hayat emaresi görülmeyen bu vadinin, büyük bir
yerleşim yeri olacağını ifade ediyordu. Aynı zamanda burası,
yeryüzündeki ilk binanın inşa edildiği önemli bir yer; ilkle sonun
buluşacağı Bekke vadisiydi.
Hz. İbrahim, niyazına şöyle devam etti:
– Ey bizim Rabbimiz! Namazı gereğince kılsınlar diye
böyle yaptım.
Anlaşılan, buraya gelişteki asıl hedef de, insanı Rabbe
yaklaştıran kulluk vazifesiydi. Ve bu vazifeyi doruk noktada
temsil edecek olan Zât burada zuhûr edecek; dünya, buradan
doğan nur ile, külli mânâda bir kullukla tanışmış olacak ve
ubudiyet adına aydın bir hüviyete bürünecekti.
Bir talebi daha vardı Hz. İbrahim’in:
– Yâ Rabbi! Artık, insanların bir kısmının gönüllerini onlara
doğru yönelt, onları her türlü ürünlerden rızıklandır ki
Sana şükretsinler!2
Yakarışlarında, kendisine ait vazifeyi yerine getirdiğini bildirme
ve muştusunu verdiği hususların da Rabb-i Rahim tarafından
gerçekleştirilmesini talep vardı. Zira kulaklarında, ömrünün
kemale erdiği dönemde hamile kalan hanımının sevincini
paylaştığı anlardaki duyduğu şu müjdenin yankıları çınlıyordu:
– Şüphesiz ki Hacer, erkek bir çocuk dünyaya getirecek ve
onun doğurduğu evladın neslinden gelecek birisinin eli, bütün
insanlığın üzerinde hâkim olacak. Ve herkesin eli de, huşû
ve itaatle O’na açılacak.3
Hz. İbrahim için, bundan daha büyük bir saadet olamazdı;
yıllardır ümidini kesmeden beklemenin mükâfatını görüyordu.
Hem de, sadece doğacak oğluyla sınırlı olmayan bir
mükâfat… Torunları arasından çıkacak Son Nebi’nin zuhûru
ve insanlığın da O’nun etrafında kenetlenmesi hakikati…
Dua dua yalvarırken Hz. İbrahim’e şunlar vahyedilecekti:
– Senin duanı, İsmail hakkında kabul ettim ve ona bereket
ihsan ettim. Ondan sonra nice nesiller gelip geçecek, ama gün
gelecek esas itibariyle onun neslinden on iki yüce kâmet zuhûr
edecek. Ve Ben, onu büyük bir cemm-i gafîre reis yapacağım!
Yeni Bir Medeniyetin İnşası
Beri tarafta Hz. Hacer, kadın başına yalnız kaldığı bu vadide
çocuğunun telaşına düşmüş; içecek bir yudum su bulabilmek
için koşturup duruyordu. Bir anne olarak endişelerini
teskin eden tek şey, Rabbine olan itimadıydı. Belki de, kucağındaki
çocuğa hamile olduğunda karşılaştığı meleği ve onun
söylediklerini hatırlayıp teselli oluyordu. Zira, bunalıp sıkıntılarını
Rabbine arz ettiği bir gün, yanında beliren melek kendisine
şunları söylemişti:
– Endişe edip korkma! Zira şu an, senin hamile olduğun
oğlun vesilesiyle Allah, yeryüzünde hayır murad etmektedir.
Meleğin söyledikleri bunlarla da sınırlı değildi; melek çocuğunun
adını ‘İsmail’ koymasını fısıldamış ve ardından şunları
ilave etmişti:
– Doğacak çocuk, emsalsiz birisi olacak ve bütün insanlığın
ümidi onda olacak. Onun eli, herkesin üstünde olacak, herkese
hükmedecek ve herkesin eli de onunla olacak. Herkes, onun
emir ve direktiflerine göre kendini şekillendirecek. Ve aynı zamanda
o, bütün kardeşlerinin beldesine malik olacak.5
Bunlar, kocası Hz. İbrahim’e söylenilenlerle de, tam bir
paralellik arz ediyordu.
Müjdeye itimadı tam olsa da, sebeplere riayet bir esastı
ve bunun için Hz. Hacer, bir yudum su veya nefes alan bir can
bulma arzusuyla iki tepecik, Safâ ile Merve, arasında telaşlı
bir yarışa başladı. Zira, kırbadaki su tükenmiş, şefkat yüklü
anne Hacer’de korku ve telaş başlamıştı. Bu koşturmaları sırasında
bir taraftan da, göz ucuyla sürekli küçük yavrusunu
kolluyor, onun başına bir şeylerin gelmesinden korkuyordu.
Artık Safa ile Merve arası, Hacer’in güzergâhı olmuştu.
Her iki tepenin eteklerine geldiğinde yürüyüşünü hızlandırıyor
ve ayrı bir telaşla diğer tepeye ulaşmaya çalışıyordu. Bu
telaşlı koşuşturma tam yedi kez tekrarlanacaktı.
Tam Merve’nin tepesine gelmişti ki, bir sesle irkildi. Adeta
bu ses, kendisini, oğlunun yanına çağırıyordu. Yeniden dikkatlice
kulak kesildi. Evet, yanılmamıştı; biricik yavrusunun yanında
bir melek duruyordu. Daha bir dikkatlice baktı. Gördüklerine
inanamıyordu; oğlu İsmail’in ayaklarının dibinde bir de pınar
oluşmuştu ve çölün ortasında kaynayıp duruyordu.
Bir çırpıda koşup çocuğunun yanına geldiğinde, meleğin
kendisine şunları söylediğini duydu:
– Sakın zayi olacağın endişesine kapılma!.. Çünkü burada
Allah’ın evi vardır. Onu, bu çocukla babası inşa edeceklerdir.
Allah, onun ehlini asla zayi etmez…6
Vazife tamam olunca, melek de ortadan kaybolmuş ve yine
Hz. Hacer’le küçük yavrusu Hz. İsmail yalnız kalakalmıştı.
Her dönemde hayat kaynağı olan su, buraya başka insanları
da çekecek ve böylelikle, kader programının takdir buyurduğu
bir yapılanma başlayacak, Beklenen Nebi’nin zuhûr
edeceği şehrin temelleri atılacaktı. Zira, çok geçmeden buraya
Cürhümlüler gelecek ve hayat emaresi gördükleri bu yerde,
Hz. Hacer’in de iznini alarak, konaklayıp Mekke şehrini meydana
getirmeye başlayacaklardı.
Böylelikle, insanlığın kendisinde hayat bulacağı Resûlullah’ın
neş’et edeceği Fârân dağlarının arasında yeni bir hayat
başlıyordu. Zemzem’in hayat verdiği çöl, artık verimli bir
belde haline gelecek ve bereketiyle insanları kendisine çekecek,
karalara bürünüp yas tutan bu dağların arasında, Hz.
Muhammed’i (sallallahu aleyhi ve sellem) netice verecek bir süreç
başlayacaktı.
Hz. İbrahim’in duası kabul görmüş ve bu ıssız vadi artık,
yeşillere bürünerek insanları kendisine çekmeye başlamıştı.
Bu teveccüh, aynı zamanda buraya her türlü nimetin akın etmesini
de sağlayacak ve buradakiler bundan böyle sürekli bir
inayet yaşayacaklardı.
Bu arada Hz. İsmail de büyümüştü ve artık delikanlılık
dönemini yaşıyordu. Nihayet Hz. İsmail, Cürhümlülerden bir
kızla evlenmiş ve Zemzem’le başlayan bu birliktelik, akrabalık
bağlarının kurulmasıyla güçlenerek geleceğe yönelik sağlam
bir zemin oluşturmuştu.
Geçen süre içinde Hz. İbrahim, zaman zaman Hacer ve
İsmail’i ziyarete geliyor, bir müddet kaldıktan sonra tekrar
onları kendi hallerinde bırakıp geri dönüyordu.
Aradan bir süre daha geçmişti. Bu sefer, Hz. İbrahim,
hemen geri dönmek için değil, uzun bir müddet orada kalıp
Kâbe’yi yeniden inşa etmek için geliyordu. Murad-ı ilahî bu
istikametteydi ve o da, bu isteği yerine getirebilmek için yola
koyulmuş, Mekke’ye geliyordu.
Çok geçmeden de, oğlu Hz. İsmail’le birlikte Kâbe’yi inşa
etmeye başlamışlar ve bir kez daha insanlığı, asla vazgeçemeyecekleri
bir kaynağa davete durmuşlardı. Bir taraftan inşa işlemi
devam ederken diğer yandan da ellerini açıp, bu en kutsal
mekanda dua dua Rablerine şöyle yalvarıyorlardı:
– Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur. Hiç şüphesiz işiten
Sen’sin, bilen de Sen!..
Ey Rabbimiz! Hem İsmail ve beni, yalnız Senin için boyun
eğen Müslümanlardan kıl, hem de soyumuzdan yalnız Senin
için boyun eğen Müslüman bir ümmet meydana getir ve bize
ibadetimizin yollarını göster. Tevbemize rahmetle icabette
bulun. Hiç şüphesiz Tevvâb Sensin, Rahîm de Sen!..
Şanı yüce iki peygamberin, yeryüzündeki ilk bina ve arşın
izdüşümü olan mübarek bir mekanda yaptıkları bu dualara elbette
icabet edilecekti. Duada böylesine bir hâl yakaladığını gö-