Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Süt Anneye Gitmesi

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) daha yeni doğduğunda onu ilk olarak kendi annesi Hz. Amine ve Ebû Leheb’in cariyesi Süveybe emzirmiştir. Bu yüzden Peygamberimizin ilk sütannesi Süveybe'dir. Ebu Leheb, yeğeni küçük Muhammed'i emzirdiği için de Süveybe'yi özgürlüğüne kavuşturmuştur.

Ancak o günün Arap yarımadasında süt anne geleneği sadece bundan ibaret değildi. Yeni doğan çocuklar daha gürbüz büyümeleri ve pürüzsüz bir dil öğrenmeleri için süt anneye verme, Mekkelilerin bir âdeti haline gelmişti. Çünkü Mekke, sıcak ve yorucu bir iklime sahipti. Bir de, uzaklarda yaşayan bazı kabileler, hem şehir hayatının olumsuzluklarından uzak kalıp kendilerine ait kültürü muhafaza edebiliyor hem de cahiliyeye ait çirkinliklere bulaşmadan nezih bir hayat yaşıyorlardı. Her yönüyle bunaltan bu atmosferden uzaklaşarak çocukların daha tabii şartlarda büyümesi, genel bir alışkanlık haline gelmiş ve adeta Mekke’de, bu işin de bir pazarı kurulmuştu. Belli zamanlarda bu pazara gelinir ve yeni doğmuş çocukların ebeveynleriyle burada buluşularak yavruları alınır; yeniden badiyeye geri dönülürdü.

Bu maksatla Benî Sa’d yurdundan yola çıkan Hâris İbn Abduluzzâ ve onun hanımı Halîme Binti Abdullah İbn Hâris, beraberlerindeki on kadınla birlikte Mekke yollarına düşmüşlerdi. Zira, uzun zamandır devam eden kıtlık, her yanı kavurmuş; elde avuçta bir şey bırakmamıştı. Bu yüzden, beraberlerindeki küçük çocuklar açlıktan kıvranıp ağlaşırlarken, anneleri bunları doyuracak bir yiyecek imkânı bulamıyordu. Kendileri de bir şeyler yiyip içemedikleri için sütleri kurumuş, çocukları teskin edebilecek bir damlaya hasret kalmışlardı. Tek umutları, serinleten bir yağmurun yağmasıydı. Bu yüzden yol, bir türlü bitmek bilmiyordu. Bir de, Halîme’nin üzerine bindiği cılız merkeple, Hâris’in ihtiyar devesi, yürümekte zorlanıyor ve bundan dolayı arkadaşlarına yetişemiyorlardı.

Haris ve Halime Mekke’ye ulaştıklarında, beraber yola çıktıkları yol arkadaşları çoktan işlerini bitirmiş ve her biri, birer süt yavru alarak dönüş hazırlıklarına bile başlamışlardı. Halîme ve Hâris de, aynı maksatla kapı kapı dolaşmaya başladılar. Süt anneye verilmeyen sadece, Abdullah’ın yetimi Muhammed kalmıştı. Kapıyı her çalan, O’nun yetim olduğunu öğrenince, hizmetlerine karşılık bir bedel alamayacağı endişesiyle geri dönmüş ve bir başka kapıya yönelmişti.

Bilmiyorlardı ki O, herkesin kendisine yöneleceği, beklenen şahıstı. Nihayet Halîme ve Hâris de bu kapıya geldiler ve öncekiler gibi onlar da başka süt yavru buluruz ümidiyle ayrıldılar oradan. Ancak, sonuç olumsuzdu. Bu kadar yol teptikten sonra eli boş dönmek de olmazdı. Kocası Hâris’e dönerek:

– Süt yavru almadan arkadaşlarımın arasına dönmeyi istemiyorum; gel, o yetimi alalım ve öyle dönelim, dedi Halîme.

– İstiyorsan öyle yap; belki de Allah, O’nun vesilesiyle bize bereket ihsan eder, hayır ve yümün verir, diye cevapladı Hâris ve böylelikle yeniden Abdulmuttalib’in kapısına geldiler.

Yeniden geldiklerini görünce Hz. Âmine, talip oldukları çocuğun herhangi bir çocuk olmadığını anlattı önce onlara. Ardından da, hamile kaldığı zaman yaşadığı kolaylıklardan, gördüğü rüyadan ve bu rüyayı tevil ettirdiğinde anlatılanlardan bahsetti bir bir. Zira bu, sadece Hz. Âmine’nin değil, kıyamete kadar gelecek insanlığın emanetiydi ve ona göre hassasiyet gösterilmeli; kılına bile zarar getirilmemeliydi.

Hâris ailesi, anne Âmine’den çocuğu aldığında, içlerinde büyük bir huzur duymuşlardı. Halîme-i Sa’diye, kucağına aldığı yavruyu, hemen oracıkta emzirmek istedi. Beklemediği bir sonuçla karşılaşmıştı: Hiç süt olmayan göğüsleri sütle dolup taşmaktaydı! Önce Efendiler Efendisi, ardından da, aylardan beri karnı doymadan uyumak zorunda kalan Halîme’nin oğlu Abdullah emdi doyasıya. Her ikisi de uyumuşlardı. Halbuki Abdullah, sürekli huzursuzdu ve bir türlü uyumak bilmiyordu.

İhtiyar devenin yanına geldiklerinde onda da bir hareketin olduğunu gördüler; onun da memeleri süt dolmuştu ve o da ayrı bir berekete mazhar olmuştu. Sağıp kendileri de içtiler doyasıya. Mekke’de geçirdikleri o gece, hayatlarının en mesut gecesiydi. Ertesi sabah Hâris, Halîme’ye dönmüş şunları söylüyordu:

– Vallahi şunu iyi bil ki ey Halîme, sen ne mübarek bir nesilden süt yavru tercih etmişsin!

Kocası gibi, bu bereketi Halîme de fark etmişti. Bunun için:

– Allah’a yemin olsun ki, ben de öyle umuyorum, dedi Hâris’e.

Daha sonra da, Mekke’deki işleri biten ve bir süt yavru bulan aile, yurtlarına dönmek için yola koyuldular. Arkadan biricik oğluna şefkatle bakan Hz. Âmine, O’nu uzun uzun süzecek, ardından da başına bir şeyler gelmemesi için izzet ve celal sahibi Rabb-i Rahim’ine emanet edecekti.

Merkebine binen ve Efendiler Efendisini de kucağına alan Halîme-i Sa’diye, o zayıf ve cılız bineğin birdenbire değiştiğini ve ayrı bir çeviklik kazanarak koşarcasına yürüdüğünü görüyordu. Hatta, kendilerinden bir gün önce yola çıkmalarına rağmen Mekke’ye beraber geldiği arkadaşlarına yetişmiş ve dönüşte yaşadıkları gibi bu sefer arkada kalmayacaklarını fiilen de göstermişlerdi.

Kendileri yorgun ve bitkin olmalarına rağmen Halîme ve Hâris’in yol almadaki hızlarına ve üstüne üstlük üzerlerinde yorgunluk emaresi bulunmamasına bakanlar, bütün bu gelişmelere bir mânâ vermeye çalışıyorlar, ama işin içinden çıkamıyorlardı. Çok geçmeden Halîme’ye dönecek ve şöyle sesleneceklerdi:

– Ey Züeyboğullarının kızı, bu ne hal? Hani sen hep bizim arkamızda kalıp gecikmiyor muydun? Yoksa bu, senin gelirken bindiğin merkep değil mi?

Kendinden emin olan ve yaptığı işin bereketiyle coşan Halîme:

– Vallahi de evet! Bu, gelirken bindiğim merkebin ta kendisi, diye seslenecek ve arkasından da:

– Vallahi de ben, bugüne kadar gördüğüm bereket yönüyle en hayırlı çocuğu tercih edip almışım, diyecekti. Hemen sordular:

– Yoksa O, Abdulmuttalib’in oğlu mu?

Evet, bu işte bir hayır vardı ve hayrın peşinde olan Halîme ve kocası Hâris, şimdi bu hayra mazhariyet yaşıyorlardı.

Ancak bu mazhariyet, sadece bunlardan da ibaret değildi; normal şartlarda kurak ve verimsiz olan topraklarında ayrı bir bereket kendini gösterecek ve koyunları da, karınlarını doyurmuş olarak geri gelip bol miktarda süt verecekti. Hatta diğer sürü sahipleri çobanlarını çağırıp:

– Yazıklar olsun size! Sizler de Halîme’nin koyunlarının otladığı yerlerde dolaştırsanız ve bizim koyunlarımızın da karnı doymuş olarak gelse, aynı şekilde biz de bol süte kavuşsak, diye azarlıyorlardı.

Artık Halîme-i Sa’diye, yaşadıkları bereket ve ihsandan dolayı arkadaşlarının kendisine gıpta ve hayranlıkla baktıkları bir kişiydi. Altı aylık dilimlerle Mekke’ye gelinip ana yurdun ziyaret edilerek geri dönüldüğü iki yıl, böylece gelip geçivermişti. Kâinatın Efendisi Peygamberimiz, büyüyüp gelişmişti. Artık, sütten de kesilmiş ve konuşulan süre dolmuş; ayrılık vakti de gelmişti. Gönülleri rıza göstermese de verdikleri bir söz vardı ve küçük Muhammed’i alıp annesine teslim etmek için Mekke’ye getirdiler.

Bir taraftan da, O’nun öz annesi gibi olan Halîme-i Sa’diye’nin yüreği yerinden kopacak gibi, sinesi daraldıkça daralıyor; ayrılığı düşündükçe vücudundan bir parça koparcasına ıstırap duyuyordu. Kâinatın İftihar Vesilesi Peygamberimiz (s.a.v.), bir müddet daha yanında kalsa ne olurdu/ Evet, aklında şimşekler gibi çakan bu fikir ve baskın duygular altında bir ümit de olsa Âmine’ye:

– Mekke vebasının O’nu da vurmasından endişe duyuyorum. Ne olur, müsaade edin de bu oğulcuğum, bir müddet daha bizimle birlikte kalsın, diye candan bir teklifte bulundu.

Öz anne için bu, kabullenilmesi zor bir teklifti. Onun için Hz. Âmine, başlangıçta buna çok sıcak bakmadı. Ancak beri tarafta, gerçekten bir salgın vardı ve biricik yavrusunun da bundan etkilenmemesi için bağrına bir taş daha basmayı uygun görüp teklifi istemeyerek de olsa kabul etti.

Hep beraber yeniden Sa’doğulları yurduna dönen Hâris ailesinde, tarifsiz bir neşe hâkim olmuştu.

Ancak bu huzurlu aileye bir gün büyük bir endişe hakim olmuştur. Bir gün süt kardeşleri ile evlerinin arkasında kuzularla oynarken, Cebrail'in yanında iki melek daha gelirler. Peygamberimizin göğsünü yararak kalbini çıkarıp, zemzem ile yıkarlar. Bu duruma şahit olan sütkardeş, hemen eve koşarak anne-babasına;

- İki beyaz adam geldi ve kardeşimin göğsünü yardı. Sonrada geri kapattılar diyerek haber verir.

Halime ve Haris endişeyle hemen olay yerine koşarlar. Durumu öğrenirler ve artık Peygamberimizi koruma konusunda endişeye düşerler. 

Bu yüzden Süt Anne Halime, Peygamberimizi alarak Mekke'ye, Öz Anne Amine'nin yanına gelir. Endişelerini anlatarak Peygamberimizi annesine vermek ister. Durumdan şüphelenen Hz. Amine durumu iyice anlamak ister. Sonra da oğlunu kendi yanına alır. 

Bu şekilde Peygamberimizin Saadoğulları yurdundaki Süt Anney Halime'nin yanında geçirdiği yıllar sona erer ve artık Öz Annesi Amine'nin yanındadır.