Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in Hılful Fudul'a Katılması
Hılful Fudul, faziletlilerin yemini anlamına gelmektedir. İslamiyet'ten önce Mekke'de iki defa bu isimle antlaşma yapılmıştır. Bunlardan birincisi Mekke'nin ilk sakinleri olan Cürhümlüler döneminde yapılmıştır. Bu antlaşmayı adı Fazl olan üç kişi kendi aralarında yapılmıştır. Bu antlaşmaya göre, yerli veya yabancı kimsesiz birine zulüm yapıldığında, zalimden hakkını geri alıncaya kadar kabileleriyle birlikte ona yardım edeceklerdir. Bu antlaşma uzun süre etkisini göstermiştir.
İkinci antlaşma ise Hicretten otuz üç yıl (bazı rivayetlerde yirmi sekiz veya on sekiz yıl) önce yapılmıştır ve diğerinden daha ünlüdür. Mekke’de kabileler arasında zaman zaman çekişme ve çatışmalar oluyor, ayrıca dışarıdan hac ve ticaret için şehre gelen zayıf ve güçsüz kimselere haksızlık ve zulüm yapılıyordu. Haram aylardan biri olan Zilkade ayında yine böyle güçsüz bir adamın hakları çiğnenmiş ve ikinci hılful fudul'a sebep olmuştur.
Zübeyd kabilesinden bir kişi Umre için Yemen’den Mekke’ye gelmiş ve As b. Vail ile, yanında getirdiği malların pazarlığını yapmıştır. Fakat As b. Vail satın aldığı bu malların parasını ödemek istemez. Yemenli satıcı istediği parayı alamayınca Hilfü’l-ahlâf’a dahil kabilelerin bazı ileri gelenlerine gidip durumu anlatır; ancak onlar, Benî Sehm’in kendi mensuplarını korumak için Hilfü’l-ahlâf’tan ayrılabileceğini ve böylece Hilfü’l-mutayyebîn’e karşı zayıflayacaklarını düşünerek kendisine yardım etmezler. Bunun üzerine Yemenli tüccar, ertesi gün Ebûkubeys tepesine çıkarak avazı çıktığı kadar bağırır ve mağduriyetini dile getiren bir şiir okur. Çok geçmeden etrafında büyük bir kalabalık toplanıvermiştir. Çaresizlik içinde kıvranıp duran ve her şeyini yitirmiş olmanın sancısıyla sinir küpü haline gelen bu adama ilk yaklaşan yine, Peygamber Efendimiz’in amcası Zübeyr olur. Yanına yaklaşır ve:
– Sana ne oldu, bu kadar öfkenin sebebi ne, diye sorar.
Adam çok dertlidir. Kendisini dinleyecek birilerini bulma ve bu vesileyle derdine çare bulabilme ümidiyle konuşmaya başlar. Özetle, Kureyş arasından Âs İbn Vâil, bu adamın getirdiği malları elinden almış ve malların bedelini, ödemiyordu. Bugün-yarın derken oyalamış ve şimdi de borcunu inkâr edip açıktan ödemeyeceğini ilan etmişti. Birilerinin araya girerek alacağını tahsil konusunda yardım etmelerini talep etmiş, onlar da bu işe bulaşmak istememişlerdi. Anlaşılan, durup dururken kimse başının belaya girmesini istemiyordu. O da, ‘bir umut’ deyip tek çareyi buraya çıkıp durumdan herkesi haberdar etmekte bulmuştu.
Durumu netlik kazanıp da ortada bir zulüm olduğu kesinleşince, vicdan sahibi olan Mekke ileri gelenleri, yaşının olgunluğu ve Mekke’deki konumu itibariyle Abdullah İbn Cüd’ân’ın evinde bir araya geldiler ve bu türlü durumlarda mazlumun hakkını zalimden alarak adaleti sağlayacaklarına dair aralarında kalıcı bir söz verdiler. İnsan haklarının hiçe sayıldığı, güçlünün haklı görülüp zayıfın da sürekli horlandığı cahiliye döneminde bu hadise, devrim niteliğinde bir adımdı ve Peygamber Efendimiz de oradaydı.
Antlaşmanın içeriği şu şekildeydi: “Allah’a and olsun ki Mekke şehrinde birine zulüm ve haksızlık yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi ister kötü, ister bizden ister yabancı olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz; deniz süngeri ıslattığı ve Hira ile Sebîr dağları yerlerinde kaldığı sürece bu yemine aykırı davranmayacağız ve birbirimize malî yardımda bulunacağız”
Toplantı dağılırken artık herkes şunu çok iyi biliyordu: Bundan böyle Mekke’de, kendi ailesinden veya dışarıdan bir başkası tarafından zulme maruz kalan herkesin muhatabı bu meclisti. Kabile gücü, şeref ve konumuna bakmadan, adil bir değerlendirme yapılacak ve zulmü yapan kim olursa olsun gidilip ondan, mazlumun hakkı talep edilecekti.
Hilfü’l-fudûl mensupları bu ahitleşmenin ardından Hacerülesved’i yıkadıkları mukaddes suyu içtiler. Hilfü’l-ahlâf mensuplarından Ebû Süfyân’ın kayınpederi Utbe b. Rebîa bu antlaşmaya katılamadığı için çok üzülmüş ve şöyle demiştir: “Eğer Hilfü’l-fudûl’e katılmam için soyumdan ve ailemden ayrılmam gerekseydi bunu hiç çekinmeden yapardım.”
İlk uygulama da, doğal olarak Ebû Kubeys dağında ortalığı ayağa kaldıran Zebîdli mazluma ait olacaktı. Hep birlikte Âs İbn Vâil’in kapısına dayanmış, adamın hakkını talep ediyorlardı. Karşısında Mekke ileri gelenlerinin ittifak ederek hak talep ettiklerini gören Âs İbn Vâil, kaçacak bir yer bulamadı ve istemeyerek de olsa Zebîdli zâtın alacağını geri verdi.
Bu olayla birlikte Peygamber Efendimiz, Mekke'de parmakla gösterilen, müracaat kaynağı bir ‘Emîn' olmuştu. Bu sıfat, O’na yakıştığı kadar hiç kimseye yakışmamıştı ve bunu, içinde yaşadığı toplum ittifakla O’na layık görüyor ve isminden daha çok, O’nu bu sıfatla çağırıyorlardı. En yaşlı, tecrübeli ve bilge insanların arasında O’nun kapısı da aşındırılmaya başlanmış ve O’na, sosyal statünün kendiliğinden takdir ettiği kalıcı bir statü verilmişti.
Hilfü’l-ahlâf’a mensup kabilelerin aldırış etmemesine karşılık Hilfü’l-mutayyebîn’e mensup kabileler bundan rahatsızlık duydular. Bu yüzden bir savaş daha kapıya dayanmış ve son Ficar savaşı gerçekleşmiştir. Bu savaşta faal rol oynayan ve bundan pişman olduğu anlaşılan Hz. Peygamber’in amcası Zübeyr b. Abdülmuttalib şehrin en zengin, yaşlı ve nüfuzlu kabile reisi durumundaki Abdullah b. Cüd‘ân et-Teymî’ye başvurarak onu bu işin görüşülmesi için bir toplantı yapmaya ikna etti. Kaynakların bildirdiğine göre çağrılanlar arasında Hilfü’l-ahlâf mensuplarından kimse yoktu. Toplantıda hazır bulunanlar uzun tartışmalardan sonra haksızlığı önlemek için yemin ettiler ve gönüllülerden oluşacak bir grup kurmayı kararlaştırdılar.
Yeminleşen kabileler şunlardır: Benî Hâşim, Benî Muttalib, Benî Zühre, Benî Teym ve Benî Esed. Toplantıya Benî Hâşim’den düzenlenmesine ön ayak olan Zübeyr b. Abdülmuttalib ile birlikte Peygamberimiz Hz. Muhammed de katımıştır.
Hilfü’l-fudûl’ün daha sonraki tarihlerde devam edememesinin en önemli sebebi bu antlaşmaya yeni katılmaların imkansız olmasıdır. Bundan dolayı Emevî döneminin başında son mensubunun ölmesi üzerine bu antlaşma sona ermiştir.
Hılful Fudul'un Etkileri
İslâm’dan önce ve İslâmî dönemde Hilfü’l-fudûl’ün nasıl çalıştığını gösteren bazı olaylar nakledilmektedir. Bunlara bir kaç örnek verelim.
Sümâle kabilesine mensup bir tüccar, Mekke’nin ileri gelenlerinden Übey b. Halef’e mal satmış, fakat parasını alamamıştı. Çaresiz kalan tüccar, Hilfü’l-fudûl’e başvurdu. Teşkilât mensupları ona Übeyy’e gidip parasını tekrar istemesini, vermediği takdirde kendilerinin bizzat alacaklarını bildirmesini söylediler. Bunun üzerine Übey parayı hemen ödemiştir.
Has‘am kabilesinden Yemenli bir tâcir kızı ile birlikte hac için Mekke’ye gelmişti. Şehrin güçlü kişilerinden Nübeyh b. Haccâc’ın kızını zorla elinden alması üzerine tâcir Hilfü’l-fudûl’e gitti. Hilf mensupları hemen Nübeyh’in evini kuşattılar ve kızı alıp babasına teslim ettiler.
Erâş kabilesine mensup birinden mal satın alan Ebû Cehil parasını ödemedi. Ebû Cehil’in Hz. Peygamber’e düşmanlığını bilen bir müşrik alay etmek amacıyla mağdur tâcire, o sırada Kâbe’de bulunan Hz. Muhammed’i göstererek ona başvurduğu takdirde parasını alıp kendisine verebileceğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber’e giden tâcir olayı anlatıp yardım istedi. Hz. Muhammed onunla birlikte Ebû Cehil’in evine gitti ve herhangi bir güçlükle karşılaşmadan parayı aldı.
Zübeyd kabilesinden bir tâcir mallarını satmak için Mekke’ye geldi. Ebû Cehil diğer tüccarların ondan alışveriş yapmasına engel oldu ve malına düşük bir fiyat biçti. Kimsenin daha fazla fiyat vermemesi üzerine sıkıntıya düşen tâcirin durumunu öğrenen Peygamberimiz üç deve yükü malı onun istediği fiyattan satın aldı. Ebû Cehil yanına gelince de Hilfü’l-fudûl’ü hatırlatarak aynı şeyi bir daha yapmaması için kendisini uyardı.
Muâviye’nin hilâfeti sırasında, yeğeni Medine Valisi Velîd b. Utbe ile Hz. Hüseyin arasında bir mal hususunda anlaşmazlık çıktı. Hz. Hüseyin’in, kendisine baskı yapmak isteyen Velîd’e hakkının verilmemesi durumunda Hilfü’l-fudûl’e başvuracağını söylemesi üzerine Velîd haksız tutumundan vazgeçti.
Sonuç
Hılful Fudul, hak ve hukukun çiğnendiği, kanunun olmadığı, güçlünün hep haklı olduğu dönemde, mazlumlara hayat hakkı tanıyan, insan haklarını koruyan bir görev görmüştür. Emevi Dönemi'nde son üyesinin de vefat ettiği zamana kadar da amacına hizmet etmiştir. Çünkü İslamiyet'in gelişinden sonra da yine haksızlık yapmaya çalışanların karşısına hılful fudul çıkmıştır.
Peygamber Efendimiz de Peygamber olduktan sonra da bu ittifaktan övgüyle bahsetmiştir. İslamiyet'in onu daha da pekiştirdiğini, bu yemini kızıl tüylü bir deve sürüsüyle dahi değişmeyeceğini, tekrar çağrılsa tereddüt etmeden hemen gideceğini söylemiştir.