Kabe'nin Tamiri ve Hakem Olayı
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) 35 yaşlarına gelmişti. O günlerde Kabe'nin durumu en çok konuşulan konuların arasında başı çekmekteydi. Çünkü Kabe'nin duvarları arasındaki bir yarıktan bir hırsız girmiş ve içeriden bazı değerli eşyaları çalmıştı. Bununla birlikte bir de bir kadının ateş yakmış ve sıçrayan bir kıvılcımdan dolayı Kabe'nin örtüsü de tutuşuvermişti. Bu yüzden Kabe'nin tamir edilmesi gerekiyordu. Kureyş'in gündeminde o günlerde Kabe'nin bu tamir işi vardı.
Cidde yakınlarında karaya oturan bir geminin haberi Kureyşlileri sevindirmişti; zira bu geminin yükü, tam da aradıkları malzeme ile doluydu. Üstelik gemide, inşaat işini yapabilecek usta da vardı. Hiç vakit kaybetmeden Velîd İbn Muğîre başkanlığında bir heyet, tarif edilen yere giderek malzemeleri satın alıp Rum asıllı usta Bâkûm’la birlikte Mekke’ye geri döndü.
Kabe'nin tamiri için görev taksimi yapılması da gerekiyordu. O günlerde Kabe'de yapılacak böyle bir görev çok önemli ve şeref vesilesi kabul ediliyordu. Her kabile de bu payenin kendisinde olmasını istiyordu. Bu yüzden ortam gerilmişti. Sonunda kabileler, aralarında anlaşmış ve her birisi bir görev almıştı.
Ancak Kabe'yi tamir edebilmek için öncelikle yıkmak gerekiyordu. Bu ise cesaret edilebilecek bir iş değildi ki zaten içlerinden buna cesaret edebilen olmamıştı. Herkes başına bir Kabe'yi yıkmaktan dolayı başına bir musibet gelmesinden korkuyordu. Velid b. Muğire eline manivelayı aldı ve ilk vuran o oldu. Bunu yaparken de şunları söylüyordu:
– Allah’ım! Bunu yaparken, hayırdan başka bir muradımız yok.
Elindeki manivelayı titizlikle indirip kaldırıyordu. O yıkmaya devam ederken dahi hiç kimse yanına gelip yardım etmedi. Herkes bir gün geçmesini ve Velid'in başına ne geleceğini görmek istiyordu. Ertesi güne kadar Velid'in başına bir şey gelmezse Allah'ın bu işten razı olduğuna kani olacaklar ve kendileri de bu işe girişeceklerdi. Aksi bir durum olursa da hepsi bu işten vazgeçecek ve asla Kabe'nin tamirini bir daha düşünmeyeceklerdi.
Böyle bir psikoloji içinde gecelediler ve ertesi gün oldu. Herhangi bir değişiklik olmadı. Velid de normal bir zaman gibi sabahladı. Hepsi bu işten Allah'ın razı olduğuna inandılar ve her kabile kendine düşen görevi yerine getirmeye başladı.
Sonunda Hz. İbrahim'den kalma temellere ulaştılar. Aralarından bir kişinin temele dokunduğu anda Mekke'nin şiddetle sarsıldığına şahit oldular ve temelleri yenilemeye cesaret edemeyip, yeni inşaatı bu temeller üzerinde yükseltme kararı aldılar.
Yeni inşaat başlamış, taşlar üst üste konuluyordu. Rükne kadar geldiklerinde yeni bir tartışma başladı. Çünkü Hacerül Esved'in yerine konulma zamanı gelmişti. Hacerül Esved ise cennetten geldiğine inanılan ve kutsa olduğuna inanılan, Kabe'nin duvarında duran bir taştı. Bu taşı yerine yerleştirmek yine büyük bir şeref vesilesi sayılırdı. Bu yüzden her kabile hacerül esved'i kendisi yerine yerleştirmek istiyordu. Ortam yine gerilmiş, kılıçlar yavaşça kınından çıkmaya başlamıştı. Herkes işini gücünü bırakmış tartışmaya katılmıştı.
Ortamın böylesine gerildiği bir anda Kureyş'in an yaşlılarından olan Ebu Ümeyye ayağa kalktı ve şunları söyledi:
– Ey Kureyş topluluğu! En iyisi siz, gelin aranızda bir hakem tayin edin ve bu anlaşmazlığa bir son verin! Gelin, Kâbe’nin şu kapısından ilk giren insan aranızda hakem olsun ve ne derse onu yapın!
Önce herkes bu teklifi şöyle bir tartmış ve ardından da haklı bularak kabul etmişti. Hayır adına çıktıkları bir yolda, ne de olsa yüzyıllar sürecek bir şerre kapı aralamak istemiyorlardı. Herkes bu teklifi kabul ettiğine göre şimdi iş, söz konusu kapıdan gelecek ilk insanı beklemeye kalmıştı.
Bir pazartesi günüydü. Uzun ve sessiz bir bekleyişin ardından herkes kulak kesilmiş; gelen ayak seslerinin sahibini merakla bekliyordu. Sonunda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in geldiğini gördüler. O’nu görünce hep bir ağızdan:
– İşte, Emîn geliyor! Biz, O’nun vereceği hükme razıyız, demeye başladılar.
Herkesin kendisine bakıp bağırdıklarını görünce Peygamberimiz neden böyle davrandıklarını anlamak için onları dinledi. Olup biteni öğrenince büyük bir bez parçası getirmelerini söyledi. İstediği bez gelince de bezi yere serdi ve kendi elleri ile Hacerül Esved'i bezin üzerine koydu. Sonra da orada kendisini izleyenlere
– Her bir kabile, şu bezin bir tarafından tutarak taşı kaldırsın, dedi.
Zekice bir çözümdü ve bu hükme, hiç kimsenin itirazı olmadı. Çünkü her bir kabile, taşın konulmasında ortak olmuş, el birliği ile onu yerden kaldırıyordu. Nihayet taş, rükun hizasına gelince Muhammedü’l-Emîn, taşı orada sabit tutmalarını istedi onlardan. Ardından da, kendisi yaklaştı ve yine mübarek elleriyle taşı kavrayarak yerine yerleştiriverdi.
Kabileleri savaşın eşiğine getiren bu mesele de Peygamberimizin eliyle tatlıya bağlanmış oluyordu. Kabe'nin günlerdir ara verilen tamir işi de kaldığı yerden devam ediyordu.