İnanılacak Din Arayan Zeyd İbn Amr

[h5p id="5"]

Cennetle müjdelenen sahabilerden birisi olan Said b. Zeyd'in babasıdır Zeyd ibn Amr. Aynı zamanda annelerimizden birisi olan Zeynep binti Cahş'ın abisi ve Hz. Ömer'in de amcasıydı. Bu kadar soylu ve gökteki yıldızlardan daha değerli kişilerin yakın akrabası olan Zeyd ibn Amr'ın elbette kendisi de çok değerli idi.

O, öyle bir insandı ki; Hz. Peygamber'i göremedi ama onu aradı, Hz. Muhammed'in sesini, Allah'a davetini duyamadı ama ona inandı. Aslında aradığını bulmasına çok az zaman kalmıştı, neredeyse şafak sökecek ve Allah'ın nuru Mekke'de doğacaktı ki onun hayat güneşi battı ve gözlerini dünyaya kapadı. Allah mekanını cennet eylesin, bizleri de cennetinde ona komşu eylesin.

O, öyle bir insandı ki Hz. Muhammed'e inandığı gibi Hz. İbrahim'e inanıyordu. Mekke'nin putlarından yüz çevirmiş her fırsatta putların hiçbir fayda yada zararının olmadığını söylemiştir. Sadece Allah'ın adıyla kesilen hayvanların etinden yiyor ve diğerlerini reddediyor, harama elini bile sürmüyordu.

Bir gün Kabe'ye sırtını dayamış otururken insanlara şunları söylemişti:

– Ey Kureyş topluluğu! Zeyd’in nefsi, yed-i kudretinde olana yemin olsun ki, burada benden başka, İbrahim dini üzere olanınız yok.

Arkasından da, ellerini semaya kaldırmış ve:

– Allah’ım! Şayet Senin katında hangi yüzün daha hayırlı olduğunu bir bilebilseydim, mutlaka ona secde ederdim. Ama bunu bilemiyorum.

Diyerek çaresizliğini izhar etmiş, daha sonra da, üzerine bindiği hayvanın sırtında secde ederek, ‘Bir’ bildiği Rab'bine şükrünü eda etmişti. Ancak kendisinden az sonra gelecek olan Peygamber'i ve peygambere inananları rahat bırakmayacak olan Mekke halkı onu da rahat bırakmaz. Zeyd ibn Amr da başka yerlerde, aradığını bulmaya çalışır. Aslında yalnız değildir. Çevresinde bir elin parmakları kadar olmasa da tek Allah'a inananlar vardır.

Kendisi gibi muvahhid olan Varak b. Nevfel, Osman ibnü'l- Huveyris ve Abdullah ibn Cahş ile beraber yola koyulur ve Mevsıl'daki bir rahibin yanına giderler. Rahip Zeyd'e

 Ey deve sahibi! Nereden geliyorsun? diye sorar.

– İbrahim’in inşa ettiği binanın olduğu yerden,

cevabını verir Zeyd.

– Ne arıyorsun? Neyin peşindesin.

– İnancımı yaşayabileceğim sağlam bir din arıyorum.

Rahip, şaşkınlık içindeydi. Gerçekten din arayanların gözlerini diktikleri beldeden birileri geliyor ve buralarda başka bir din arıyorlardı. Gerçekten bu, şaşılacak bir durumdu. Derya içre deryada olsalar da bazen suyun kadrini bilemeyenler olabiliyordu. Ancak hakperest olmak gerekiyordu ve Rahip Zeyd’e yönelerek:

– Geri dön. Zira, beklediğin, senin geldiğin yerde zuhur etmek üzere

dedi.

Ama Zeyd, Mekke'ye nasıl dönecekti. Oradan ayrılmadan önce putlardan ilah olamayacağını haykırmıştı insanların yüzüne. Bu yüzden herkes kendisine düşman kesilmişti. Hatta Hz. Ömer'in babası, kendisinin amcası olan Hattab, çok kızmıştı. Ona göre nasıl olur da Hattab ailesinden birisi çıkar da Mekke otoritesine karşı gelebilirdi. Putları reddederek başka bir yol tercih edebilirdi. Hattab'a göre putlara kullukta kusur etmenin, onlara kesilen kurbanların etinden yememenin, kuralları tanımamanın elbette bir cezası olmalıydı.

Bu yüzden Zeyd'i Mekke'nin kenar tepelerine çıkarıyorlar, orada işkence ediyorlardı. İşkence eden bu adamlar yorulunca da gençlerden birilerini tutuyor ve onların işkenceye devam etmesini sağlıyorlardı. Bu şekilde Zeyd'i akıllandırmaya çalışıyorlardı kendilerince.

Bu durumda Zeyd Mekke'ye nasıl dönebirdi ki? Zaten Mekkeliler de dönmesini istemiyor onu Mekke'nin dışında tutmaya çalışıyorlardı.

Ne kadar ayak takımı, başıboş serseri varsa, onlara tembih üstüne tembihlerde bulunuyor ve öz kardeşinin, Mekke’ye dönmesine izin vermiyorlardı. Artık Zeyd, Mekke’ye, ancak gizli gizli gelebiliyordu. Farkına varır varmaz derdest ediliyor ve dinlerini bozacak veya birilerini de arkasına takacak diye hemen Mekke’den uzaklaştırıyorlardı. Zira o, her fırsatta secdeye yöneliyor ve şöyle haykırıyordu:

– Benim ilahım, İbrahim’in ilahı; dinim de İbrahim’in dinidir.

Cahiliye’nin olumsuzluklarından o kadar sıkılmıştı ki, yeni yeni arayışlar içine girdi. Önce Yahudilerle oturup onların inançlarını benimsemek istedi; ama onların inançlarının da kendisini tatmin etmeyeceğini görmüştü. Ardından Hristiyanlığın peşine düştü; ama kısa sürede burada da aradıklarını bulamayacağına karar verdi. Derken bir gün, kendisi gibi İbrahim’in (aleyhisselâm) dini üzerine yaşayan bir Hanif bulabilmek ümidiyle doğduğu beldeyi terk ederek Şam taraflarına yöneldi. Ehl-i kitap arasında, sora sora aradığını bulabilmek için Mevsil ve Cezîretü’l-Arab’ı dolaştı. Ancak gönlünü teskin edebilecek bir merci bulmaktan yoksundu. Nihayet, Şam’a geldiğinde kendisini bir rahibe yönlendirdiler. Maksadını ona da anlattı Zeyd. Rahip de boş değildi... Maksadını anlamıştı ve Zeyd’e şöylece nasihat etmeye başladı:

– Sen bana öyle bir dinden bahsediyorsun ki, bugün o dini yaşayan birisini bulmaya imkan yoktur. Sen İbrahim’in Hanif dinini arıyorsun. O, ne bir Yahudi ne de bir Hristiyandı; O, tek olan Allah’a kullukta bulunuyor ve geldiğin beldedeki Beyt’e yönelerek namaz kılıp secde ediyordu. O dinin tedrisini yapan ve bilgisine sahip olanların hepsi göçüp gittiler. Ancak beklenen bir Nebi var ki, onun gelme vakti çok yakındır. Sen kendi beldene git ve orada bekle. Çünkü Allah, senin kavmin arasından İbrahim’in dini üzere bir Nebi’sini gönderecek ki O, Allah katındaki en mükerrem varlıktır.

Tarifler, Zeyd’in geldiği Mekke’yi gösteriyordu. Ne ilginçti ki, aradığını bulabilmek için terk ettiği yere arayıp da bulamayacağı Müjdelenen Nebi gelecekti. Vakit geçirmeye gerek yoktu ve hemen geri yola koyuldu.

Şam Yahudi ve Hristiyanları, Zeyd’in bu hal ve davranışlarından hoşlanmamışlardı. Öyle bir noktaya gelmişti ki, yolunu kestiler ve Zeyd’i, aradığını bulamadan hunharca öldürdüler.

O, gelecek Son Nebi’ye inancı tam olmasına rağmen tulûa beş kala gurûb edecek ve beklediği mutlu anı göremeden yola revan olacaktı. Dilinde şunları tekrar eder dururdu:

– Ben bir din biliyorum ki onun gelmesi çok yakındır; gölgesi başınızın üzerindedir. Fakat bilemiyorum ki, ben o günlere yetişebilecek miyim?

Zeyd, bir esintiden müteessir olmuş ve vicdanı hakka karşı tamamen uyanmış biriydi; bir olan Allah (celle celâluhû)’a inanıyor ve O’na teslimiyetini arz ediyordu. Ancak ne inandığı Allah’a, ‘Allah’ım!’ diyebiliyor ne de O’na nasıl ibadet edeceğini bilebiliyordu.

Sahâbe-i Kiram’dan Âmir İbn Rebî’a, Zeyd İbn Amr’dan işittiği sözleri bir gün şu ifadelerle anlatacaktı:

– Ben, İsmail’in, sonra Abdülmuttalib’in soyundan gelecek bir Nebî bekliyorum. O’na yetişebileceğimi zannetmiyorum; ama O’na îman ediyor, tasdik ediyor ve kabûl ediyorum ki, O, Hak Nebî’dir. Eğer senin ömrün olur da O’na yetişirsen, benden O’na selâm söyle! Sonra da, sana O’nun şemailinden haber vereyim de sakın şaşırma,  dedi. Ben de:

– Buyur, anlat, dedim.

Devam etti:

– Orta boyludur. Ne çok uzun ne de çok kısadır. Saçları tam düz de, kıvırcık da değildir. İsmi Ahmed’dir. Doğum yeri Mekke’dir. Peygamber olarak gönderileceği yer de burasıdır. Ancak daha sonra, O’nun getirdikleri, kavminin hoşlarına gitmediğinden, onlar O’nu Mekke’den çıkaracaklardır. O Yesrib (Medine)’e hicret edecek ve getirdiği din oradan yayılacaktır. Sakın ondan gafil olma! Ben diyar diyar dolaştım ve Hz. İbrahim’in dinini aradım. Bütün konuştuğum Yahudi ve Hristiyan âlimleri bana:

– Senin aradığın, daha sonra gelecek, dediler ve hepsi de bana biraz evvel sana anlattığım şeyleri anlattılar ve sözlerinin sonunu da şöyle bağladılar:

– O, son peygamberdir ve O’ndan sonra da bir daha peygamber gelmeyecektir.

Aradan zaman geçer Hz. Muhammed peygamber olur ve Amir ibn Rebia'da müslüman olur. Gün gelir Allah Resulüne Zeyd'in söylediklerini anlatır. Zeyd'in selamını söyleyince Peygamberimiz toparlanır ve Zeyd'in selamını alır. Kıyamet gününde tek başına bir ümmet dediği Zeyd hakkında "Ben Zeyd'i cennette eteklerini sürüye sürüye yürürken gördüm." der.

Allah bizleri de Zeyd gibi basiretli eylesin ve cennetinde Zeyd ibn Amr'a komşu eylesin...