Allah Resulü'nü Bekleyen İbn Heyyeban

İbn Heyyebân, Şam taraflarında zengin topraklara sahip zengin bir muhitte yaşıyordu. Maneviyata yatkın birisiydi. Bu hali onu, kısa sürede bir Yahudi bilgini haline getirmişti. Dine yatkınlığı sebebiyle okuyup öğrendiği bilgiler onu gelecek bir peygamberden, ve emarelerinden haberdar etmiştir. Derken, bu okuyup öğrendiği bilgilere dayanarak bir gün evini terk etti ve beklediği Nebi’nin arayışıyla yollara düştü; hedefi Medine idi. Buraya yerleşecek ve böylelikle, beklediği Son Nebi’nin gelişini kaçırmamış olacaktı.

Medine'de yaşamaya başlamış ve çok geçmeden Medinelilerle bütünleşmiştir. Çünkü tam bir gönül insanıydı. Namaz kılıyor, insanlara iyilik yapıyor, nasihat ediyor ve ibadetten başka bir şey düşünmüyordu.

Medineliler de onun kıymetini anlamışlardı. Kıtlık zamanlarında onun yanına geliyor ve rahmetin gelişine vesile olması için dualarında onun da yanlarında olmasını istiyorlardı. İbn Heyyeban ise Allah adına gönülden bir sadaka verilmeden, bu istekleri kabul etmez ve önce hayır adına bir şeyler yapılmasını isterdi. Daha sonra dua eder ve daha dua ederken Allah'ın rahmet kapılarının açıldığı ve yağmurun yağmaya başladığı görülürdü. Bu durum bir kaç kez tekrar edince Medineliler, ibn Heyyeban'ın dualarının kabul edildiğine kesin şekilde inanmışlardır. 

İbn Heyyeban artık yaşlanmış ve ahiret yolculuğu emareleri üzerinde görünmeye başlamıştır. Durumunun iyi olmadığını, artık ebediyete göç edeceğini anlayan insanlar onun son nasihatlerinden istifade etme düşüncesi ile etrafına toplanmışlardı. Artık gidici olduğunu kendisi de anlamış ve insanlara şunları söylemiştir:

– Ey Yahudi topluluğu! Gördüğünüz gibi ben, zengin buğday ve üzüm topraklarıyla dolu bir beldeden, kıtlık ve yoksullukla dolu böyle bir diyara geldim. Bunun sebebi nedir, biliyor musunuz?

Herkesi bir merak sarar. Ancak onun buraya niçin geldiğini kim bilebilirdi ki... Sessizce gelmiş ve adeta, bir Medineli gibi sıradan bir hayat yaşar olmuştu. Dudaklarını bükerek:

– Sen daha iyi bilirsin, diye cevapladılar.

Tarihe bir not düşmek gerekiyordu ve İbn Heyyebân, tane tane şunları söylemeye başladı:

– Ben bu beldeye, zuhuru yaklaşmış olan Nebi’yi beklemek için geldim. Burası, O’nun hicret edeceği beldedir. Ben ümit ediyordum ki O, buraya gelir ve ben de O’na tâbi olurum. Gölgesi başınızın üstündedir; neredeyse gelmek üzere…

İbn Heyyeban Medine'de kaldığı süre boyunca buradaki Yahudileri iyice tanımış, onların karakter ve huylarını öğrenmişti. Bu yüzden bazı endişeleri vardı. Çünkü bu insanlar inatçı kişilerdi ve kendi ellerinde gerçekleşen olaylar dışındaki hadiselere iyi de olsa kötü de olsa olumsuz bir tavır takınır ve asla kabullenmezlerdi. Beklediği peygamber geldiğinde de aynı tavrı göstermelerinden korkuyordu. Bu yüzden onları uyarmak istiyordu. Sanki şimdiden onların kulaklarını çekerek, onları gelecek peygamber için hazırlamaya çalışıyordu. Sonuçta testi kırılmadan önce önlem alınması gerekirdi. Sözlerine şöyle devam etti:

– O halde, O’nun önüne geçmeyin ey Yahudi topluluğu! Çünkü O, cihadla memurdur ve kendisine muhalefet edenleri esaret altına almak üzere gönderilecektir. Sakın bu, sizi O’na tâbi olmaktan men etmesin!..

ibn Heyyeban bu sözleri ile Medineli Yahudileri uyardı, onları irşad etti ve beklediği son peygamberi gözleri ile göremeden gözlerini dünyaya kapadı. Artık ibn Heyyeban yoktu ama onun bu harika uyarıları kulaklara küpe olarak kaldı.

Peki Hz. Muhammed (s.a.v.)  Medine'ye geldiği zaman ne oldu. İbn Heyyeban'ın bu sözleri boşa mı gitti. Yoksa onu çok seven bu Medineliler onun sözünü dinlediler mi?

Evet Allah Rasülü gün geldi Mekke'de zuhur etti ve Mekkelilerin Müslümanlara yaşam hakkı tanımaması üzerine Medine'ye hicret etti. İlk etapta Medineli Yahudiler ibn Heyyeban'ın endişelendiği gibi kabullenmediler. Zaman içerisinde Bedir, Uhud gibi gazveler yapıldı. Sıra Kureyzaoğulları'na gelmişti. Sanki İbn Heyyeban'ın dedikleri oluyor ve cihadla memur bu peygamber Allah'a itaat etmeyenleri esir ediyordu. 

Zamanında ibn Heyyeban'ın sözlerini dinleyen bazı gençler bir araya geldiler ve kendi kendilerine şunları konuştular.

– Ey Kurayzaoğulları! Allah’a yemin olsun ki bu, İbn Heyyebân’ın size zamanında anlatıp durduğu Nebi’dir.

Bunun üzerine, o günü yaşayan bazı insanlar ittifakla bir ağızdan:

– Evet, vallahi de doğru söylüyorsunuz. Gelişmeler aynen onun dediği gibi, dediler ve beraberce gelerek huzur-u Resûlullah’ta teslim olup İslâm’ı tercih ettiler. Böylelikle hem mal ve mülklerini hem de kanlarını koruma altına almış oluyorlardı.

İbn Heyyeban kendisi Allah Resulü'nü göremedi ancak onun irşad ettiği bu gençler onun vesilesi ile iman ettiler. Bir kişi bile iman etse bu çabalar boşa gitmemiş olacaktı ve boşa gitmedi. Allah, kendi yolunda gösterilen gayretleri hiç boşa çıkarır mı?