Last Updated:

Abdüllatif Harputî

1. HARPUTÎ’NİN HAYATI

Asıl adı Abdullatif Lütfi olan Harputî, 1842 yılında, bugün Elazığ ili merkezine bağlı Germili (Yedigöze) köyünde dünyaya gelmiştir.[1] Doğduğu yere ve ilk tahsilini tamamladığı yere nisbetle Harputî lakabıyla tanınmıştır. İlk tahsilini Harput'ta, yakın akrabası Müf­tü Ömer Naîmî Efendi'den ders alarak tamamlamıştır. Daha sonra hocasının tavsiyesi üzerine İstanbul Fâtih Medreselerine gitmiştir. Buradan ica­zet aldıktan sonra Adana'ya geçerek bir müddet ders okutmuş ve orada evlenmiştir. Ab­dullatif Efendi bir süre sonra ailesiyle bir­likte İstanbul'a dönmüş ve Bayezid Medreseleri’nde müderris olarak görev almıştır. Önce “Osmanlı Darü’l-Fünûn”a[2] daha sonra da “Medresetü’l-Vâizin”e[3] kelam hocası olarak tayin edilmiştir. Harputî aynı yıllarda, ilmî otoritesi sayesinde “Meclis-i Tetkik-i Şer’iyye” üyeliğine seçilmiş, “Haremeyn-i Muhteremeyn” payesine (ilmî rütbelerden biri) layık görülmüş ve başarılarının devamı olarak “Huzur Hocalığı” rütbesini almıştır.[4]

Ticaret ve Nâfia Nâzırı Zihni Paşa'nın uzun süre ilmî müşavirliğini yapmıştır. Paşa­nın 1891 yılında Selanik valiliğine tayin edilmesi üzerine bütün resmî görevlerin­den istifa edip onunla birlikte Selanik'e gitmiş ve on yıl kadar orada kalmıştır.[5] 1910'da hacca gitmiş, orada verdiği Arap­ça vaazlar âlimler tarafından takdirle kar­şılanmıştır.[6]

İstanbul'da vefat eden Abdullatif Har­pûtî, Merkezefendi Kabristanı'na defnedilmiştir. Har­pûtî 16 Ağustos 1916 (h. 1332) tarihinde vefat etmiştir.[7]

2. HARPUTÎ’NİN ESERLERİ

Harputî’nin başta Tenkihu’l-Kelam olmak üzere bilinen altı tane eseri bulunmaktadır. Bu bölümde bu eserleri tanıtacağız.

2.1. Mecâlisü'l-Envâri'l-Ehadiyye ve Mecâmiu'l-Esrâri'l-Muhammediyye

Harputî Bayezid Camii’nde halka yönelik verdiği vaazlarını bu eserinde toplamıştır. İstanbul Mahmudiye Matbaası’nda 1888 yılında iki yüz yirmi dört sayfa olarak basılan bu eser, otuz sekiz vaaz konusunu içermektedir. Vaaz konuları daha çok ayet, hadis, büyüklerin sözleri ve çeşitli hikayelere yer verilerek hazırlanmıştır. Bu eser,  Trabzon merkez vaizlerinden Ahmet Aslantürk tarafından sadeleştirilmiş ve ‘Abdullatif’  adıyla 1978 yılında yayımlanmıştır.[8]

Kitabın giriş kısmında vaaza başlamadan önce yapılan dua, Allah’a hamd, Rasulüne salat ve selam ile sakal duası bulunmaktadır. Metin kısmında ise,  iman-itikat konusuyla başlayıp ibadet, kul hakkı ve ahlak gibi nasihat ağırlıklı derslerle devam etmektedir.  Eser, kurban bayramı ve hükümlerini anlatan bir konu ile son bulmaktadır. Vaaz konuları hazırlanırken ayet ve hadisler başta olmak üzere sahabe, tabiîn ve İslam büyüklerinin sözleriyle ders hakkında uygun kıssalara ve hikayelere yer verilmiştir.[9]

Harputi eserde aktardığı bilgilerin kaynaklarını da vermektedir. Bu kaynaklar arasında Sinaniyye, Terğîb-Terhîb, Durru’l-Mansur, Tenbihu’l-Gafilin, İhya vs. yer almaktadır.

Bu eseri müellif halka hitap etmek için kaleme aldığı için kitapta yer alan bilgiler de bu kitleye göre ele alınmıştır. Ancak her şeye rağmen rivayetlerin sahihliğine dikkat etmenin bilginin doğruluğu ve geçerliliği açısından ne kadar önemli olduğu açıktır. Bu eserin en önemli zaafiyet noktalarından biri ise aktarılan rivayetlerin sahihliğine dikkat edilmemiş olması veya kaynaklarının verilmemiş olmasıdır.

2.2. Tenkihu'l-Ke­lâm fî Akaidi Ehli'l-İslâm

Harpûtî'nin, Darülfünun ve Medresetü'l-Vâizîn'deki ke­lam hocalığı sırasında kaleme aldığı en önemli çalışmasıdır. Eserin I. baskısı h. 1328’de Necm İstikbal Matbaası’nda yapılmıştır. Bu baskıda, Arapça metin ile Osmanlıca açıklamalar ve tercüme yer almaktadır. Bu tercüme ve açıklamalar bizzat yazarın kendisi tarafından yapılmıştır. Harputî bu metodu Arapça bilmeyenlerin istifadesi için ve daha geniş kitlelere ulaşmak için kullanmıştır. Eserin II. Baskısı 1912 (h. 1330) yılında aynı matbaada yapılmıştır. Bu baskıda tercüme verilmemiştir. Ancak I. baskıda olmayan ilaveler dipnotlara eklenmiştir.

Müellif, bu eseri kelamda ye­ni bir metodoloji ve telif tarzı oluşturma amacıyla yazmıştır. Eser; kelamın tanımı, konusu, gayesi, ilim, nazar, malum ve bunlarla ilgili kavramların yer aldığı bir mukaddime; isbat-ı vacib ile ilgili deliller, bunların değerlendirilmesi ve tenkidi; Cenab-ı Hakk’ın zatı hakkında caiz olan ve olmayan işler; kulların ve diğer canlıların fiilleri, hidayet-dalalet, rızık ve ecel gibi konuları içeren ilahiyat; peygamberliğin anlamı, ispatı, hükmü, sıfatları, onlar için caiz olmayan haller, özellikleri ve velayetle olan ilişkileri kapsayan nübüvvet; berzah âlemi, keyfiyeti, ahiret ahvali, cennet, cehennem ve kıyamet alametlerinin içinde bulunduğu sem’iyyat ile imamet bölümlerinden oluşmaktadır.[10]

Har­pûtî Tenkihu'l-Kelâm'ın baş tarafında, Dârülfünun'da kelâm derslerini okutma­ya başladıktan sonra takip edilebilecek klasik bir kaynak aradığını, ancak döne­min problemlerine ışık tutup bunlara ce­vap veren herhangi bir çalışma bulamadığı için bu eseri telif etmek zorunda kal­dığını belirtmektedir. Ona göre, sadece kendi dönemlerindeki ehl-i bid'at fırka­ları ile eski Yunan felsefesine dayalı gö­rüş ve akımları reddetmek amacıyla ka­leme alınan klasik eserler, yeni bid'atlara, pozitivizm gibi çağdaş felsefî akımla­ra yeterli cevaplar ihtiva etmemektedir.[11]

Eser, Fırat Üniversitesi'nin Elâzığ'da düzenlediği Türk-İslâm Tarih, Medeniyet ve Kültüründe Fırat Havzası Sempozyumu'nda (23-26 Mart 1987), E. Ruhi Fığlalı tarafından bir tebliğ çerçe­vesinde değerlendirilmiştir. Ancak bu tebliğ yayınlanmamıştır. Fikret Karaman'ın yaptığı yüksek lisans çalışmasın­da ise eser Türkçe'ye çevrilmiş, bu arada müellifin kelâma dair bazı görüşleri de incelenmiştir.[12]

Harputî o dönemde yaşanılan istibdat döneminden dolayı Tenkihu’l-Kelam’ın Bab-ı Fetva’da açılan çukura atılarak burada bir yıl telif eserleri inceleme adı altında bu çukurda saklandığını, daha sonra bazı kimselerin gayretleri ile oradan kurtarıldığını ve eserin yayınlandığı dönemdeki hürriyet ve Meşrutiyetten istifade edilerek yeniden yayınlandığını eserin sonundaki ifade-i mahsusada ifade etmiştir.[13]

2.3. Tekmile-i Tenkihu'l-Kelam

Eserin iç kapa­ğına konulan h. 15 Şevval 1330 (m. 27 Eylül 1912) tarihli "İfâde-i Mahsûsa"dan anla­şıldığına göre Tekmile, Harpûtî’nin Da­rülfünun ve Medresetü'l-Vâizîn'de edin­diği tecrübelerden sonra Tenkihu'1-Kelâm'a eklemeyi gerekli bulduğu açıkla­malardan oluşmaktadır. Eser, söz konu­su açıklamaların esas metnin neresin­de yer alacağı belirtilerek Tenkihu'l-Ke­lâm'ın ikinci baskısına eklenmiştir. (İs­tanbul 1330)[14] H arputî’nin bu metodu konu bütünlüğünü bozduğu için eserden yararlanmayı güçleştirmektedir. Çünkü bir konu ile ilgili bilgilerin bir kısmını Arapça metinde, bir kısmını Osmanlıca tercümede, bazı bölümlerini dipnotlarda, bazı bölümlerini de Tekmile’de aramak zorunluluğu oluşmuştur. Bu güçlüğü ortadan kaldırmak için yazarın yerlerini tarif ettiği şekilde Tenkihu’l-Kelam ve Tekmile’nin birleştirilmesi gerekmiştir. Bunun için Fikret Karaman, Tenkihu’l-Kelam’ı Türkçe’ye çevirirken Tekmile’den gerekli gördüğü kısımları da almıştır.

2.4. Îlm-i Hey'et ile Kütüb-i Mukaddese Arasındaki Zahirî Hilafın Tevcih ve Tevfîki Hakkında Risale

Tenkihu'l-Kelâm'ın birinci baskısının sonuna eklenen (s. 439-456) bu risalede, astronomi alanında eski dönemlerde ha­kim olan genel kanaatle İslâm alimlerinin buna dair yorumları ve ilgili ayetleri tefsir edişleri, modern çağdaki ilmî yak­laşımlar, buna karşı takınılması gereken tavır ve takip edilecek yöntem hakkında bilgi verilmektedir. Müellif bu risaleyi, ya­yımına izin vermek üzere Tenkîhu'1-Kelâm'ı incelemeye alan Bâb-ı Fetva ilgililerince ileri sürülmüş eleştirilere cevap ma­hiyetinde kaleme aldığını, fakat yine de II. Meşrutiyet’ten önce yayınlamaya ce­saret edemediğini belirtmektedir.

Risa­le, Bekir Topaloğlu tarafından sadeleşti­rilerek bazı notlarla birlikte "Astronomi ve Din" başlığı altında yayımlanmıştır.[15]

2.5. Târîh-i İlm-i Kelâm

1913 (h. 1332) yılında İstanbul Necm-i İstikbal Matbaasında basılan bu eser, bir mukaddime, dört bölüm ve çeşit­li alt başlıklardan oluşmaktadır. Mukaddimede kelam tarihinin araştırma alanı belirlenmekte, problem ve araştırma konularının sınırlarından söz edilmektedir. Mukaddimeden sonra birinci bölümde temel İslam fırkaları; ikinci bölümde Yahudilik, Hristiyanlık, Mecusilik ve Sabilik; üçüncü bölümde filozofların görüşleri; son bölümde Tabiatçılar, Materyalistler ve Dehriler ele alınmıştır.[16]

Kitabın birinci bölümünün hemen başında Harputi temel İslam mezheplerinin sekiz tane (Mu’tezile, Şia, Hariciler, Mürcie, Neccariyye, Cebriyye, Müşebbihe ve Fırka-i Naciye) olduğunu söyledikten sonra ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağı hadisini zikredip bu sekiz fırkanın alt kollarıyla birlikte bu sayıya ulaştığını iddia etmektedir. Buna göre, Mu’tezile yirmi, Şia yirmi iki, Hariciler yedi, mürcie beş, Neccariyye üç, Cebriyye iki, Müşebbihe on üç fırkaya ayrılmıştır. Ehl-i Sünnet ise tek fırka olarak kalmıştır. Bunun, Fırka-i Naciye tek bir fırka olarak düşünüldüğü için, Ehl-i Sünnet fırkalarının hepsini Fırka-i Naciye kavramının içine alma düşüncesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Burada müellif bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir ve mezheplerin sayısını buna göre ayarlamaya çalıştığı anlaşılmaktadır.[17]

Fırka-i Naciye olarak kabul edilen Ehl-i Sünnet’i ise Selef ve Eş’ariler olarak kabul etmiştir. Burada Maturidîlik zikredilmemiş dipnotta ise çoğunluğa bakarak Maturidilik ve Eş’ariliğin her ikisine birden Eş’arilik denildiği ifade edilmiştir.[18]

Burada bu üç fırkanın da Fırka-i Naciye olabilmesi için bunların tek bir fırka olması gerekmektedir. Bununla ilgili de Harputî, Ehl-i Sünnet’in kırk kadar meselede ihtilaf ettiğini ancak bu konularda birbirlerini bid’at ve delaletle itham etmedikleri için tek bir fırka olduklarını ileri sürmüştür.[19]

Harputi, Müslümanların bu ayrılığının sebebinin İbn Haldun’a göre müteşabih ayetler olduğunu nakletmiştir. Daha sonra da müteşabih ayetlerle ilgili farklı görüşleri sıralayarak bu görüşü desteklemiştir.[20]

İkinci bölümde İslam’a muhalif dinleri üçe ayırmış ve bu bölümü bu üç kategoriye göre ele almıştır. Bunlar;

  1. Kendilerine kitap indirildiği kesin olanlar.
  2. Kitap indirildiği şüpheli olanlar.
  3. Kendilerine kitap indirilmemiş olup, şer’i hüküm ve hadleri bulunanlar.

Buna göre birinci kategoride Yahudilik ve Hristiyanlık, ikinci kategoride Mecusilik, üçüncü kategoride ise İlk Sâbiiler yer almaktadır.[21] Mecusilerin böyle bir kategoride değerlendirilmiş olmaları Harputî’ye göre, Onların Suhuf-u İbrahim’e muhatap olma ihtimallerinden dolayıdır.[22]

Harputî, Hristiyanlığın Teslis ve Hz İsa’dan sonraki Peygamberleri kabul etmeme sebebi ile hem ilahiyat hem de nübüvvet konularında İslam’dan ayrıldığını ancak Yahudilerin Hz Musa’dan sonraki peygamberleri kabul etmeme sebebiyle sadece nübüvvet konusunda İslam ile ihtilafa düştüğünü söylemektedir.[23] Ancak Tevbe Suresi’nin 30. Ayetinde “Yahudiler: ‘Üzeyir Allah’ın oğludur.’ dediler. ‘Hristiyanlar da Mesih Allah’ın oğludur.’ dediler. Bu onların ağızlarında geveledikleri sözlerden ibarettir. Onlar, sözlerini daha önce geçmiş kafirlerin sözlerine benzetiyorlar. Hay Allah kahredesiler! Nasıl da haktan batıla dönüyorlar?” (Tevbe 9/30) buyrulmaktadır. Bu ayette uluhiyet konusundaki inhirafları açısından Yahudiler ve Hristiyanlar arasında bir ayrım gözetmeksizin aynı hataya iki dinin mensuplarının da düştüğü ve ikisinin de bu hatadan dolayı yerildiği görülmektedir. O halde Yahudi ve Hristiyanlar hem uluhiyet hem de nübüvvet konusunda İslam ile ters düşmüşlerdir. Yahudiler uluhiyet konusunda İslam ile aynı itikattadır denilemez. Harputî ise “Üzeyir Allah’ın oğludur.” itikadının Yahudiliğin alt fırkalarından birisi olan Sadukiyye fırkasına ait olduğunu bildirmektedir.[24]

Kitabın Yahudilikten bahseden bölümünde ise yine baş tarafta verilen hadise göre Yahudilerin de yetmiş bir fırkaya ayrıldıkları; bu yetmiş bir fırkanın beş ana fırkadan (Samiriyye, Ananiyye, Sadukiyye, Rabbaniyye, Îseviyye) oluştuğunu ve burada bu beş fırkanın ele alınacağı ifade edilmiştir.[25]

Aynı hadise göre Hristiyanlar ise yetmiş iki fırkaya ayrılmışlardır. Bu yetmiş iki fırkada üç ana fırkaya dayanmaktadır. Bunlar; Melkaiyye, Yakubiyye ve Nasturiyye fırkalarıdır. Hristiyanlık ta bu üç fırka üzerinden ele alınmıştır.[26]

Yine aynı hadise göre Mecusiler yetmiş fırkadan oluşmaktadırlar. Bunlar da on temel fırkadan oluşurlar.[27] Bunlar; Kayomartiyye, Zervaniyye, Meshiyye, Zerdüştüyye, Mazdekiyye, Maniviyye/Manicilik, Deysaniyye, Markuniyye, Kineviyye, Sıyamiyye’dir.

Harputî’nin zikrettiği bu hadiste, Mecusilerden, Hristiyanlardan ve Yahudilerden birer fırkanın cennete gireceği bildirilmektedir. Bu durum ilk bakışta muhal görünse de hadisin muteber hadis kitaplarında geçmesi tenkid açısından bize bir fikir vermektedir. Bu durumda cennete gireceği haber verilen bu grupların kendi peygamberleri döneminde yaşayan ve bu peygamberlere tabi olan kişiler olabileceği akla gelmektedir.

Erkan Yar, Harputî’nin bu eserinin daha çok milel ve nihal kitabı görünümünde olduğundan Tarih-i İlm-i Kelam ismiyle isimlendirilmesinin doğru olmadığını ileri sürmüştür.[28]

2.6. Muvazzah İlm-i Kelam Dersleri

Erkan Yar “Abdüllatif Harputî ve Yeni Kelam İlmi” isimli makalesinde böyle bir eserin olduğunu tespit ettiğini ancak bu esere ulaşamadığını ifade etmiştir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde bir nüshası olduğunu tespit etmesine rağmen kütüphanenin tasnif sistemindeki bir problemden dolayı bu esere de ulaşamamıştır.[29]

3. HARPUTÎ’NİN İLMÎ YÖNÜ

19. yüzyıl sonlarında pek çok Osmanlı âlimi tarafından dile getirilen dinî ilimle­rin, özellikle kelâm ilminin metot ve muh­teva bakımından yenilenmesi fikri, Batı Dünyasında ilim ve felsefe alanında elde edilen yeni gelişme ve değişmelerin bu âlimlerce de görülüp tespit edilmesine dayanmaktadır. Bu dönemin felsefe ve kelâmla meşgul olan ünlü simaları, Batı'da Aristo felsefesinin, dolayısıyla klasik kelâmla iç içe bulunan eski Yunan dü­şüncesinin geçerliliğini kaybettiğini, Batı dünyasında ilimde artık deney ve tecrü­benin hâkim olduğunu, klasik kaynaklar­da Dehriyye ve Sûfestâiyye şeklinde adlan­dırılıp mücadele edilen grupların yerleri­ni materyalist ve pozitivist inkarcı akım­ların aldığını, bu gelişmeler karşısında ke­lâm ilminin mutlaka modern Batı felsefesiyle yakından ilgilenmesi gerektiğini ileri sürüyorlardı. İslâm dünyasının Avru­pa Medeniyeti’ne hangi ölçülerde yaklaş­ması gerektiğinin, Müslümanların siyasî varlığı ve İslâm ümmetinin geleceği gibi önemli konuların ciddi mânada tartışıldı­ğı, İslâmî ilimlerin, özellikle de kelâm ilmi­nin bu tür gelişmeler karşısında yenilen­mesi gereğinin savunulduğu bu "arayış dönemi" âlimlerinden biri olan Abdullatif Harpûtî de "dinî ilimlerin temel disip­lini konumunda olan kelâm ilminin Batı'da gelişen ilmî ve felsefî akımlar karşı­sında, gerek muhatabı olduğu akımlar gerekse dayandığı klasik ilmî ve felsefî veriler açısından zamanın oldukça geri­sinde kaldığı" şeklindeki kanaat ve şikâ­yetlere katılmış ve bu ilmin yeniden ted­vin edilmesi gerektiğini savunmuştur. Ona göre, ortaya çıkan yeni felsefî akım ve gelişmeleri mutlaka dikkate alması ge­reken "üçüncü bir ilm-i kelâm dönemi" yaşanmaktadır. Tenkihu'l-Kelâm adlı eseriyle söz konusu dönemin yeni telif tarzına örnek olabilecek bir çalışma or­taya koyduğunu söyleyen müellif, bu yol­da daha ileri ve ciddi adımların atılması­nı ise kendinden sonraki nesillerden bek­lediğini ifade etmiştir.[30]

Tenkihu'l-Kelâm'ın incelenmesinden anlaşılacağı üzere müellif, fikrî mesaisini büyük ölçüde İslâm dininin objektif ilme aykırı düşmediği noktasında yoğunlaştır­mıştır. Harpûtî bu amaçla tabiat ilimleri alanındaki gelişmeleri takip etmiş, bu tür konulara temas eden âyetleri yeni bir anlayışla açıklamaya çalışmıştır. Ancak bu açıklamalarında aşırı tevillere gitme­miş, gaybî hakikatleri maddîleştirme ça­bası içinde bulunmamıştır.

Kelâm ilminin, itikadî konuları aklî yön­temlerle desteklemek amacıyla kullandı­ğı ilmî verilerin zamanla değişti­ğini tespit eden Harpûtî, ulûhiyyet ve nü­büvvet bahislerini günün ilmî anlayışıyla ispatlamak için öncekilerden farklı bilgi­ler kullanmıştır. Meselâ ısı, ışık, madde, kuvvet ve elektrik gibi fizik konularının yanı sıra gök tabakaları, ay, güneş, yer küresinin özellikleri gibi astronomi bilgi­leri, bazı kimyasal etkileşimler, ayrıca in­sanın biyolojik ve psikolojik yönleri üze­rinde durmuştur. Genelde dinin, özelde İslâmiyet'in ilerlemeye engel teşkil ettiği yolundaki iddiayı iftira olarak niteleyen Harpûtî, cebir anlayışının da İslâm'ın fer­dî ve içtimaî sorumluluk telakkisiyle bağ­daşmadığını vurgulamıştır. Harpûtî bu çabaları ve telif ettiği eserlerle, yakın dönemde kelâm ilmini yeniden şekillendirip fonksiyonel hale getirme girişimlerinin ilk temsilcileri arasında yer almaya hak kazanmıştır.[31]

Harputi’ye göre güneşler, yıldızlar ve ay gibi uzay cisimleri de sonradan varolmaları açısından Yüce Yaratıcı’nın tanınması için en belirgin delillerdir. Ona göre astronomi ilmini bilmek hem Allah’ı tanıtması açısından hem de doğurduğu dini ve dünyevi faydaları açısından farz-ı kifayedir.[32]

dipnotlar:

[1] Soysaldı Mehmet, ‘Abdullatif Harpûti ve Tefsir Anlayışı’, F.Ü. İ. F. D., sy:3, s. 104

[2] Yüksek ilimlerin öğretildiği ve bugünkü üniversiteye tekabül eden bir ilim merkezi.

[3] Tebliğ vazifesini yerine getirecek kişiler yetiştiren okul.

[4] Soysaldı, a.g.e. s. 104-105.  Huzur dersleri, sarayda padişah huzurunda, Ramazan ayının ilk günü başlayıp sekiz ders devam eden ve zamanın tanınmış alimleri tarafından yapılan derslerdir.

[5]Yurdagür Metin, ‘HARPÛTÎ, Abdüllatif’ D.İ.A., c. 16, s.235-237

[6] Yurdagür, a.g.e. s.235-237

[7] Yurdagür, a.g.e. s.235-237

[8] Karaman Fikret, Yeni Kelam İlmi Düşüncesinin İnşası ve Abdüllatif Harputi’nin Rolü, ‘Kelam İlmi'nin Yeniden İnşasında Geleneğin Yeri: Koordinasyon Toplantısı ve Sempozyum Bildirileri’ Elazığ, 2004, s. 3

[9] Harputî Abdullatif, Abdüllatif, Terc. Ahmet Aslantürk, Mustafa Akkoca,

[10] Harputî Abdullatif, Tenkîhu’l Kelam fî Akâid-i Ehli’l İslam, Terc. İbrahim Özdemir, Fikret Karaman, T. D. V. Elazığ Şubesi Yayınları

[11] Harputî Abdullatif, Tenkîhu’l Kelam, s. 20

[12] Yurdagür, a.g.e., s.235-237

[13] Yar Erkan, Abdüllatif Harputi ve Yeni Kelam İlmi, F.Ü. İ. F. D., sy. 3, s.244

[14]Yurdagür, a.g.e. s. 235-237

[15] Topalağlu Bekir, Kelâm İlmi Giriş, s. 295-316

[16] Harputî Abdullatif, Kelâm tarihi, Sad. Muammer Esen

[17] Harputî, Kelâm tarihi, s.33

[18] Harputî, Kelâm tarihi, s.78

[19] Harputî, Kelâm tarihi, s.78

[20] Harputî , Kelâm tarihi, s.33-36

[21] Harputî, Kelâm tarihi, s.84

[22] Harputî, Kelâm tarihi, s.95

[23] Harputî, Kelâm tarihi, s.84

[24] Harputî, Kelâm tarihi, s.87

[25] Harputî, Kelâm tarihi, s.85

[26] Harputî, Kelâm tarihi, s.90

[27] Harputî, Kelâm tarihi, s.96

[28] Yar, a.g.e., s.245

[29] Yar, a.g.e., s.246

[30] Harputî, Kelâm tarihi, s.126

[31] Yurdagür. a.g.e., s. 235-237

[32] Harputî, Tenkîhu’l Kelam, s. 92