Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in Ficar Savaşlarına Katılması
İslamiyet'ten önce Arap kabileleri sık sık birbirine saldırıyor ve aralarında savaşlar meydana geliyordu. Ancak her şeyin de bir kuralı vardı. Bazı aylar vardı ki bu aylarda kesinlikle savaşılmazdı. Bu aylara haram aylar deniliyordu.
Haram Aylar: Zilkade, zilhicce, muharrem ve receb ayları.
Tarihin her döneminde olduğu gibi konulan kanunları dinlemeyenler de oluyordu elbette. O dönemde de haram aylarda savaşmak her ne kadar yasak olsa da bu yasağın delindiği zamanlar olmuştur. İşte bu haram aylarda yapılan savaşlara Ficar Savaşları denilmiştir. Çünkü ficar, azmak, haktan ayrılmak, günaha girmek, yemininde ve sözünde durmamak anlamlarına gelmektedir.
Ficar savaşları da sadece bir defa değil, farklı sebeplerle bir çok defa gerçekleşmiştir. Genel olarak iki defa ficar savaşları gerçekleşmiştir. Bu dönemde de ayrı ayrı dörder tane savaş gerçekleşmiştir.
Peygamberimiz de birinci Ficar Savaşlarının gerçekleştiği tarihlerde yirmili yaşlara gelmiş ve Mekke'de göz dolduran Mekkelilerin takdirini kazanan bir genç haline gelmiştir. Olaylar karşısındaki yorumları insanların dikkatini çekiyor ve sözü dinleniyordu. Vermiş olduğu doğru kararlar sebebiyle insanlar kendisine güvenmeye ve meselelerini bazen ona getirmeye başlamışlar ve Muhammed'ül Emin demeye başlamışlardır.
Tam do o dönemde Kureyş kabilelerinden birisi olan Kinane Kabilesi ile Kaysoğulları arasında yeni bir savaş patlak vermişti. Bu iki kabile, teamülde uygulanan kuralları da aradan kaldırarak birbirlerine saldırıyordu. Bu savaşta Hâşimoğullarının bayraktarı, Efendiler Efendisi’nin amcalarından biri olan Zübeyr İbn Abdilmuttalib; Kureyş’in komutanı ise, Ebû Süfyan’ın babası Harb İbn Ümeyye idi.
Çok çetin günlerdi. O kadar ki, savaşın rengi her an değişebiliyor; öğleye kadar galip durumda olan, akşam üstü mağlubiyet yaşayabiliyordu.
Muhammedü’l-Emîn de, kendisi bizzat savaşa iştirak etmemekle birlikte savaş halindeki amcalarına yardım ediyor; cephede göğüs göğüse mücadele eden yakınlarına lojistik destek sağlamak maksadıyla ok taşıyordu. Nihayet, bu anlamsız savaşın, insanları yorduğu bir dönemde Kureyş arasından birisi ileri atılacak ve iki tarafı sulha davet edecekti. Teklif kabul görmüştü. İki tarafın da ölüleri sayıldı ve hangi taraftaki ölü sayısı daha fazla ise, karşı tarafın bu fazlalık kadar diyet ödemesi kararlaştırıldı. Böylelikle Mekke’ye, yeniden huzur ve sükûn hâkim olmaya başlamıştı.